Mutluluk, insanların yaşamında önemli bir yere sahiptir, ancak tanımı kişiden kişiye değişir. Her birey, mutluluğu kendi yaşam deneyimlerine, değerlerine ve beklentilerine göre tanımlar. Örneğin, bir çocuk için mutluluk, ailesiyle birlikte film izlemek veya oyun oynamak olabilirken, bir yetişkin için kariyer başarısı veya maddi güvenlik gibi unsurlar ön plana çıkabilir. Bu noktada, mutluluğun evrensel bir tanımının olmaması, onu daha da karmaşıklaştırır.
Birçok insan, mutluluğun ne olduğunu anlamaya çalışırken, kendi içsel huzursuzluklarının farkına varır. Hayatımın bir döneminde, derin bir mutsuzluk hissi içindeydim. Kendimi kaygılı ve boşlukta hissettiğim zamanlarda, mutluluğun tanımını aramaya girişmiştim. Eğer siz de benim gibi detaylara önem veren biriyseniz, çocukların sağlığından toplumsal sorunlara kadar kaygılanacak bir liste oluşturabilirsiniz. Bu kaygılar, bazen insanı bunalıma sürükleyebilir; ancak önemli olan, bu kaygılarla nasıl başa çıktığımızdır.
Bir zamanlar, çok güçlü olursam bu kaygıları yaşamayacağımı düşünmüştüm. O günden beri, mutluluğun tanımı benim için güçleşti. Bu durumda, kaygılarımın kaynağına inmek ve onları çözmeye çalışmak, mutluluğumun bir parçası haline geldi. Kızım için aldığım bir kitapta, çocuk kahraman arkadaşlarına bir oyun oynamayı teklif ediyor: “Evde kayıp olan bir eşyayı bulalım” diyor. Arkadaşları eşyanın ne olduğunu sorunca, “Bilmiyorum, arayın işte” gibi bir yanıt alıyor. Burada, mutluluk arayışımızın bazen bir çocuk oyunu gibi olduğunu görebiliriz. Ne aradığımızı bilmeden bir şeyler peşinde koşmak, insanı kaygıya sürükleyebilir.
Mutluluğun Arayışı
İnsanlar, mutluluğu ararken bazen maddi şeylere yönelirler; yeni bir araba, güzel bir ayakkabı veya etkileyici bir parfüm almak gibi. Ancak bazı insanlar için mutluluk, daha manevi unsurların içinde gizlidir. Bir çocuğun kokusundaki sıcaklık, güneşin doğuşundaki ihtişam veya masmavi bir gökyüzünün altında yürümek gibi basit ama derin hisler, gerçek mutluluğu yaşatabilir. Bu noktada, asıl problem, elimizde mutlu olmaya dair oluşturduğumuz kalıpların bizleri mutsuz etmesidir. Eğer elimizdeki mutluluk kaynaklarıyla tatmin olamıyorsak, içsel sorgulamalar yapmamız gerekebilir.
- Mutsuzluğumun kaynağı ne?
- Beni tam olarak ne mutsuz ediyor?
- Neyi farklı yaparsam bu hissi giderebilirim?
Bu soruların yanıtlarını bulmak, mutluluk arayışımızda önemli bir yer tutar. Şimdi iki farklı senaryo düşünelim. Birincisinde, kişinin değiştiremeyeceği büyük problemleri var, ancak o bunlara takılmak yerine elinde olan mutluluk kaynaklarını kullanmayı tercih ediyor. Düşünün, ne kaybeder? İkincisinde ise kişi, gün boyunca ülkenin gidişatını, evdeki bozuk musluğu, çocuğunun kötü notlarını ve istediği arabayı alamamasını dert ediniyor. Günün sonunda, ne elde ediyor? Mutsuzlukla geçen bir kayıp zaman. Zaman, gerçekten sahip olduğumuz en değerli hazinemizdir ve onu nasıl değerlendirdiğimiz, mutluluğumuzu etkiler.
Akışa Bırakmak ve Anda Kalmak
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, akışa bırakmanın ne anlama geldiğidir. Akışa bırakmak, her şeyin olduğu gibi kabullenilmesi anlamına gelmez. Değiştirebileceğimiz mutsuzluk kaynaklarını görmezden gelmek, mutluluğumuzu kaybetmemize neden olabilir. Ancak bazı şeyler vardır ki bunlarla zaman harcarken anın tadını çıkarmayı ıskalarız. Şairin dediği gibi, “Yaşam budur zaten. Anlar, sadece anlar… Siz de anı yaşayın.”
Son olarak, mutluluğu bir şarta bağlamamak gerektiğini unutmamalıyız. Hayatta değiştirmeye gücümüzün yetmeyeceği ya da imkansız olan durumlarla karşılaşabiliriz. Bu durumlarda, anda kalmak ve mevcut mutluluk kaynaklarımızı değerlendirmek, yaşam kalitemizi artırabilir. Unutmayın, ANDA KALIN!
YORUMLAR