Sahip olduklarımızın çok farkında değiliz. Problemlerimizin üzerinde bile biraz düşünsek, hayatımızda varlığını istediğimiz şeyler olduğunu görürüz. Şöyle ki, yaşam içinde kimliklerimiz birbirine bazen çok karışıyor. O kadar karışıyor ki farkında olmadan öz benliklerimizden uzaklaşmaya başlıyoruz. Bu durumda hayat da diyor ki ‘Sen öz benliğinden çok uzaklaşmaya başladın; iştir, eştir, çocuktur derken biraz fazla karıştı.’ kendini topla diye problemler verir. O acıyı yaşayıp hisseden, kendi öz benliğine döner. Hayatta ‘ah’ diyen kendi kimliğini bulur.
Bizim bir sanal kimliğimiz vardır bir de öz… Ağacın dallarına benzeyen evlat oluşumuz, ebeveyn oluşumuz, eş oluşumuz, sağlığımız, kariyerimiz, komşuluğumuz vs. bunlar sanal kimliklerimizdir. Buralarda hareketlilik çoktur, bazen bahar yaşar çiçekleniriz bazen de sonbahar yaşar yaprak dökeriz. Öz kimliğimiz ise ağacın gövdesi gibidir. Mesele şu ki, bir dalımız kırılsa biz gövdemize, ‘Ben’ dediğimiz özümüze zarar geldi sanıyoruz, panikliyoruz. Oysa zarar gören sadece kariyer dalımızdı örneğin, belki kırılan yerden iki tane yeni dallar çıkacak bilemeyiz. Ama gövdemize bir şey olmaz, merak etmeyin. Gövde dalları besleyen kısımdır. Gövde (öz) ne kadar sağlam olursa ağacın dalları da o kadar güçlü olacaktır. Esen rüzgarlar onu pek sarsmayacak, tomurcukları meyveye duracaktır. Mevsim geçişlerine kolaylıkla uyumlanarak boy verecektir. Aynen öyle de; sanal kimliklerimiz de özümüzden beslenir, ağacın gövdesinin dallarını beslemesi gibi.
Sanal kimlikler darbeleri yediğimiz, olayları yaşadığımız, başına hep bir şeyler gelen alan. Eğer sanal kimliklerimizi çok abartıp, çok sevip kendi öz kimliklerimizden daha büyük hale getirirsek; sanal kimliğe gelen bir problem karşısında gereğinden fazla tepki verir, çok panikleriz. Sanal kimlikle öz benliğimi beslemeye çalışırsam orda yanlış yaparım; o vakit değersizlik, yetersizlik, tükenmişlik gibi psikolojik problemler kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeple hiçbir zaman sanal kimlik, öz kimliğin önüne getirilmez.
İnsan akıl, duygu ve fizik dediğimiz üç merkezden oluşur. Ruhsal merkez ise diğerlerini kapsayan üst merkezdir. Ruh soyuttur ve sonsuzu ister. Kişi günlük yaşantısını, hayallerini veya temel motivasyonunu somut olan şeyler üzerine inşa ettiğinde günün sonunda tabiri caiz ise avucunu yalayacaktır. Somut derken, kendini gerçekleştirdiği şeyleri kariyer için, eş için, evlat için, anne-baba için, sağlık için vs. yapmasını kastediyorum. Bunların hepsi somut ve sonlu şeylerdir. Siz soyut olan ve sonsuzu isteyen bir şeyi somut ve sonlu şeylerle tatmin edemezsiniz. Hep bir şeyler eksik kalacaktır. Zengin ama mutsuz, sağlıklı ama değersiz, evli ama yetersiz hisseden gibi senaryolar yaşarsınız. Burada da gördüğümüz üzere sanal kimlikler için inşa edilen hayatlar öz kimliği besleyemediği gibi daha da aşağı çeker.
Peki çözüm nedir?
Öz kimliğimizi beslemek, onu güçlendirmek olacaktır çözüm. Temel motivasyonunuz her ne ise; güven, güç, tutku, kazanım, bütüncül bakış… Bunları bir MANA için gerçekleştirmelisiniz. Bir YAŞAM AMACI üzerine inşa etmelisiniz hedeflerinizi. İşte o zaman akışta olur, bolluk bilincine sahip olursunuz; tatmin ve bütünün bir parçası hissedersiniz kendinizi. Tükenmişlik, yetersizlik, değersizlik gibi sorunlar yaşamazsınız.
Örneğin maddi manevi kazanımı önceleyen bir insan için uygulama yapmak temel motivasyondur. Bu kişi yerine getirdiği sorumlulukları severek yapar, severek çalışır, severek üretir fakat bu emeklerini çocuğu için, eşi için veya kariyeri için vs yaptığı anda kendini yıkacaktır. Zira elde etmek istediği maddi ve manevi kazanımı göremez, tatmin olmaz. Karşısındaki en iyi kazanımı vermiş olsa da, ruhunun aradığı sonsuz kazanım duygusundan ötürü tatmin olmayacaktır. Fakat Yaşam amacı dediğimiz, mana dediğimiz şey soyuttur ve sonsuz bir tatminlik hissi verir ruhu ve özü besler. Bu kişi uygulamalarını bir mana için yaptığında, üretmek ona zevk verecek, kimseden beklentiye girmeyecek ve dolayısıyla kendini yıkmak yerine üretmeye aşkı artmış olarak çalışacaktır. Yaşam amacı olan bir insan seksen yaşında ihtiyar da olsa sabah yataktan yirmi yaşındaki dipçik bir delikanlı gibi kalkar. Yaşam amacı olmayan bir insan ise yirmi yaşında da olsa seksen yaşındaki bir ihtiyar gibi yataktan sürünerek çıkar. Öz’e dönmenin en kestirme yolu ise; kendin için istediğini bir başkası için de istemek, canının yandığı yerden can yakmamaktır.
Hayal kurmalı, yaşam amacı oluşturmalı insan BEN KİMİM ve NE İSTİYORUM? sorularını sorarak.
Peki yolculuğunuzda size eşlik eden ‘BEN’ kavramınızı keşfetmek için neler yapıyorsunuz?











YORUMLAR