Bu başlığı görünce içinizden “Biz asla parçalanamayız,” ya da “Bizi kim parçalayabilir ki?” gibi düşünceler geçebilir. Ancak, son yıllarda ülkemiz üzerinde dönen olaylar göz önüne alındığında, bilgi ve belgeye dayanmayan, yalnızca kişisel saflıktan kaynaklanan bu tür sözlerin hiçbir önemi kalmamıştır, emin olun.
İsterseniz, yaşadığımız olayların mantığını anlamak adına biraz tarihe yolculuk yapmaya ne dersiniz? Çünkü olayların mantığını anlamak, onları yorumlamak ve analiz etmek için tarih bilmek son derece önemlidir.
Bilindiği gibi Osmanlı’da, Meclis-i Mebusan’da Ahrar Fırkası adında bir parti vardı. Bu parti, tıpkı günümüzdeki bazı partiler gibi, tüm toplumu ortak hedefler etrafında birleştiren ulus düşüncesine karşıydı ve adem-i merkeziyetçiliği savunuyordu. Ekonomi konusunda da aynı mantıkla hareket ediyorlardı. Ulusal tarım, sanayi ve banka gibi düşüncelere karşı olup, ülkenin tamamen yabancı sermayeye açılmasını savunuyorlardı. Milli sanayi ve tarım gibi kavramlara karşı çıkarak, ülkenin ancak yabancı pazarı olduğunda gelişebileceğini ileri sürüyorlardı.
1920’de Ankara’da açılan mecliste de pek çok eğilim ve grup ortaya çıktı. Ancak genel olarak bakıldığında, gerek ekonomi gerekse yönetim anlamında iki farklı anlayış göze çarpıyordu. Bunlardan birincisi, sonradan Cumhuriyet Halk Partisi adını alacak olan Atatürk’ün önderlik ettiği Birinci Grup’tu. Diğeri ise Atatürk’e karşı olanların oluşturduğu İkinci Grup.
Bu iki grup pek çok konuda fikir ayrılığı yaşıyordu. Örneğin, Müdafaa-i Hukuk Grubu cumhuriyetin kurulmasını, merkezi bir yönetimle uluslaşmayı ve ekonomide kendi pazarımıza hakim olmayı savunurken; İkinci Grup ise savaş kazanıldıktan sonra yönetimin tekrar Osmanlı’ya teslim edilmesini, ülkenin merkezi değil adem-i merkeziyetçilikle yönetilmesini ve ekonomi adına hiçbir şey bırakılmayıp ülke pazarının tamamen emperyalist ülke şirketlerine teslim edilmesini savunuyordu.
İkinci Meclis’te bu ikinci grup yer alamadı; ancak aynı anlayış, bugün 23 yıldır ülkeyi yönetmektedir. İşte, her geçen gün ulus kavramının ve Türk ulus kimliğinin adım adım yok edilmesinin ve ekonominin yine aynı şekilde merkezi, ulusal olmaktan çıkarılarak tamamen yabancı sermayeye teslim edilmesinin ana sebebi budur.
Tam bu noktada bir tespit yapmak gerekirse, sanıyorum şunu söylemek yanlış olmaz: Ekonomiyi küresel şirketlere teslim eden bir anlayış siyasette ulusal bütünlüğü, kimliği, ulusal politikaları savunur mu? Elbette mümkün değil.
Bu nedenle, yaşadığımız “açılım” adı altında yapılan söylemleri ve “silah bırakma şovunu” ciddiye almak gerekmiyor. Düşünebiliyor musunuz? Ülke yönetiminin desteğiyle Suriye’de adamlar devlet kuruyor; ordusu, tankı, topu var… “Neymiş, silah bırakılıyormuş.” Buna aklıselim düşünenlerin inanması zor ama bir şeyi ciddiye almak gerekmektedir: ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom J. Barrack’ın “Türkiye için en iyi sistemin Osmanlı millet sistemi olduğunu” vurgulaması dikkat çekicidir. İşte ciddiye alınması gereken en önemli konu bu.
Şimdi şöyle bir düşünün: BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi, Türkiye’nin de içinde olduğu 22 ülkenin sınırlarının değişmesi değil miydi? Özellikle de tamamında siyasal İslamcılar, ABD’nin operasyon gücü olarak laik milliyetçi ülkelerin sınırlarının değiştirilmesinde kullanılmıyor mu? Bu hedef ülkelerden biri aynı zamanda Türkiye olduğuna ve ülke yönetiminde siyasal İslamcı bir parti bulunduğuna göre, sizce bizi nasıl bir sonuç bekliyor dersiniz?
Ben söyleyeyim… Sözde “terörsüz Türkiye” söylemiyle çeşitli açılım şovlarıyla toplumun bir kısmı ikna edilerek, mecliste de gerekli çoğunluğu sağladıklarında, Anayasa’daki ilk 4 maddeyle 42. ve 66. maddeler de değiştirildiği zaman, cumhuriyet öncesinden beri birilerinin hayalini süsleyen adem-i merkeziyetçi, yani Osmanlı tipi “millet sistemi” de oluşmaya başlamış olacaktır.
Tam burada, “Osmanlı millet sistemi nedir? Ne anlama gelmektedir?” gibisinden bir soru aklınıza gelirse, onu da söyleyeyim: Bu “millet” anlayışında üst kimlik yoktur. “İslam” deniyor; ama sadece ülkede yaşayan Müslümanlar için geçerli. “Millet” burada din anlamında kullanıldığından, her türden din, tarikat, cemaat, etnik kimlik de “millet” anlamında kullanılmaktadır. Yani, Ermeni milleti, Yahudi milleti, Hristiyan milleti gibi…
Bu sistemde ülkede yaşayan herkes için eşit bir hukuk sistemi olmadığından birden fazla hukuk sistemi bulunuyor. Her cemaatin mahkemesi olduğu gibi, konsoloslukların da mahkemesi var… Tabii Müslümanlar için de Şeriye mahkemesi…
Demek istediğim…
Bugün ulusu tanımlarken kullanılan ortak vatan, dil, millet, bayrak, devlet, ortak duygu ve düşünce, ortak ekonomi gibi kavramlar Osmanlı Millet Sistemi’nde söz konusu olmadığından, bununla…
Laik ve Türk kimliğine dayalı ulus devletin parçalanarak etnik ve dinsel kimliklerle, tarikat ve cemaatlere ayrıştırılması hedeflenmektedir.
Ayrıca unutmadan…
Hani birileri bir süredir Terörsüz Türkiye, barış, kardeşlik, silahlar sussun edebiyatı yapıyorlar ya…
Gerçekte bu nasıl olur biliyor musunuz?
İçeride ülkenin dört bir bucağında sanayiyi, tarımı, hayvancılığı geliştirip ülkeyi dört bir bucağıyla üretken hale getirerek kalkındırıp…
Dışarıda da
Bölge ülkeleriyle birlik olup, onlarla dayanışıp ABD’yi bölgeden kovarak…
Ama asla onun aleti olarak, bölge ülkelerini parçalayarak değil…
YORUMLAR