Bir ülke düşünün; her yanından pislik fışkırıyor, aklınıza gelen her alanda çeteler ve yolsuzluklar kol geziyor.
Tahmin ediyorum ki bizde yaşananların binde biri bile herhangi bir ülkede yaşanmış olsaydı, o ülkenin yöneticileri toplum içine çıkamaz, istifa etmek zorunda kalırdı. Halkın devlete olan güvenini yeniden inşa etmek adına adil bir şekilde yargılanmaları da kaçınılmaz olurdu. Ancak bizde, her zamanki gibi, bu tür olayların hiçbirinde memleketi yönetenler yargılanmak şöyle dursun, ilgili kişilerin istifasına bile tanık olmuyoruz. Hatta suçu üstlenen bile çıkmıyor.
Peki, şöyle bir soru sormuş olsak: Eskiden çeşitli devlet kurumlarının güvenilirlik endeksi araştırılır, sonuçları da basın ve medya aracılığıyla halkla paylaşılırdı. Bugün de kesinlikle dürüst ve adaletli çalışan herhangi bir devlet kurumu var mı diye halka sorsak sizce nasıl bir sonuç çıkar?
Bence iyi bir sonuç çıkmayacağı kesin. Sanırım güvenilir devlet kurumu kalmamış. Düşünebiliyor musunuz? Biz henüz LGS sınavındaki usulsüzlükleri tartışmaya başlarken, bakıyoruz ki LGS devede kulak kalmış. Çürümemiş devlet kurumu yok gibi. Sahte diplomalar mı ararsınız, ÖSYM sayfasında not yükseltmeler mi? Bu arada, diploma demişken, sadece lise veya üniversite diplomaları değil; doçentlik ve profesörlük unvanları da bu sahtecilikten nasibini almış. Bu diplomalar sayesinde milletvekili, rektör olanlar bile var.
Tüm bunlar yaşanırken, devletin siber güvenliği, istihbaratı ve emniyetin ilgili birimleri ne yapıyor? Bu da ilginç bir soru.
Sahi, bu işlerin öncesinde özellikle özel hastanelerde “yeni doğan”, “röntgen”, “MR” gibi adlarla ortaya çıkan çeteler ne oldu? Sonucunda ne mi oldu? Birkaç hemşire ve alt düzey görevli günah keçisi ilan edildi ve mesele kapatıldı. Ya Bolu’daki otel yangınının sorumluları? İnanın, onlar da görevlerini paşa paşa yapmaya devam ediyorlar.
Bakın, orman yangınlarına henüz değinmedik bile. Üçte biri ormanlarla kaplı olan bir ülke düşünün; normal şartlarda her bölgede yangın söndürme uçak filoları olması gerekirken, görevlilerine özel giysi almaktan bile aciz. Üstelik bu ülke, Paris İklim Anlaşması’nın uygulanmasında denek olmayı kabul etmiş olsun… Sadece 350 milyar dolar karşılığında.
Sonucunda ormanlarımız tamamen yakılmakta, hayvancılığımız yok edilmekte, köylerimiz ortadan kaldırılmaktadır. Ve ne yazık ki bu yüzden olsa gerek, memleketi yönetenler olan biteni sadece izlemekle yetinmektedir.
Tüm bunlarla birlikte, ülkemizin sanayi, tarım, hayvancılık ve yeraltı madenlerinin yabancı ülkelere çok küçük paralarla satılmak değil, düpedüz peşkeş çekildiğini de unutmamak gerekiyor.
O halde şimdi burada duralım ve düşünelim: Tüm bunları üst üste koyduğumuzda, yaşadıklarımızın basit bir dalgınlık ya da bir anlık gafletle yapıldığını düşünmek akılcı geliyor mu?
Doğrusunu isterseniz, tüm bu ülkece yaşadıklarımız, tamamen ülkemizi yöneten siyasal İslamcı iktidarın ideolojisinden kaynaklanmaktadır. Çünkü iktidar, İslamcı olmasına rağmen tamamen neoliberal ekonomik ve siyasi bir politika izlemektedir. Bu politikanın en önemli özelliği de devleti sermaye karşısında alabildiğine küçültüp sermayeyi başıboş bırakmaktır. Zaten bu neoliberalizmin en ünlü sloganı da “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” değil miydi?
Peki, siyasal İslamcılığın bu neoliberal ekonomi ve siyaseti çok kolay uygulayabilmesinde, siyasal İslamcılıkta vatan, ulus, ulusal egemenlik gibi kavramların olmaması yanında, ülkenin tıpkı Osmanlı mantığıyla toprak, sanayi, hayvancılık ve madenleri dahil her şeyiyle padişahın mülkü kabul edilip halkın tebaa olarak görülmesinin payı yok mudur?
Ülke ekonomik ve siyasi olarak yok edilmeye çalışılırken kimseye hesap verilmemesi de bu düşünceyi doğrulamıyor mu?
Yani anlayacağınız: Topraklarımızın tekrar geri alındığı, madenlerimizi kendimizin işlettiği, tarım, sanayi ve hayvancılıkta yabancı ülkelerin sömürgesi değil, onlarla her alanda yarışabilen gelişmiş, kalkınmış bir ülke istiyorsanız…
Bunun yolu, devletin tekrar ekonomide etkin hale getirilip halkın ulus bilinciyle donatılması, ülke kaynaklarının yabancılardan geri alınması, eğitimden sanayileşmeye kadar ulusal ve planlı bir ekonominin uygulamaya konulmasından geçmektedir.
Ama asla siyasal İslamcılıkla değil.
YORUMLAR