Geçtiğimiz günlerde bir anda, İsrail’in İran’ı 200 civarında uçakla bombalamaya başlamasına tanık oluverdik. Üstelik 1500 km uzaktan gelerek.
Peki, şaşırdık mı?
Belki zamanlaması insanları şaşırtmış olabilir ama sonuçta Irak ve Suriye’den sonra sıranın İran’a geleceğini tahmin edebilmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Hani ne derler, “Perşembenin gelişi…” Aynen öyle.
Çünkü Irak’ın işgaliyle başlayan Büyük Orta Doğu Projesi’ne göre, bölgede aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 22 ülkenin sınırları değiştirilecek; böylece İsrail emperyal büyük bir devlet haline getirilmeye çalışılırken bölgedeki İslam ülkeleri de etnik ve dinsel kimliklere ayrıştırılarak küçük parçalara bölünecekti.
Zaten önce Irak’ın saldırı ve işgal sonucunda parçalanması, ardından yakın zamanda aynı durumun Suriye’de yaşanması ve sözde “Büyük Kürdistan” denilerek işin İran’a, İran’dan sonra da Türkiye’ye geleceği hiçbir yanlış anlamaya izin vermeyecek kadar açık ama…
Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum, tüm bunlar yaşanırken; yani Irak paramparça edilip Suriye yok edilip İsrail’in egemenliğine bırakılırken, birileri de Gazze’yi boşaltıp tatil kenti hayalleri kurarken…
Sizce niçin İslam ülkelerinin birkaçı dışında geri kalanı ABD ve İsrail’den yana taraf olur?
Neden? Hiç düşündünüz mü?
Doğrusunu isterseniz çok fazla düşünmeye de gerek yok, çünkü İslam ülkelerinin çok azı hariç büyük bir kısmında egemenlik ulusun değil. O ülke halkları henüz aşiret, kabile durumundan ulus olma aşamasına geçememiş. Böyle olunca da hâliyle ülkede yaşayan halk da yönetimi belirleyen egemenlik hakkına sahip olamayıp ülkeleri; aileler, aşiret reisleri veya hâkim topluluklar tarafından yönetilmekte olduğundan, o ülkelerin yöneticileri için ulusun genel çıkarları, bağımsızlık, ulus egemenliği gibi kavramlar da hâliyle hiç önemli olmuyor.
Ne mi önemli oluyor? Sadece o aile, kişi veya aşiretlerin yönetimde kalabilmesi. Zaten bunu sağlayabilmek adına da ülkelerini emperyalist talana açarak, onları destekleyerek kendilerince iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar ki, neredeyse önemli kısmında yaşanan, tam anlamıyla budur bile denilebilir.
Hem zaten bizde de “Fesli” lakabıyla tanınan biri geçmişte ABD için: “Bana hilafeti versin de elbette sömürecek, babasının hayrına yapacak değil ya!” gibisinden benzer bir söylemi kullanmıyor muydu?
İşte Siyasal İslam’ın ülkeleri yönetme anlayışı: Ülkelerini emperyalist talana alabildiğine açıp, toplumda ulus bilincini, ulusal egemenliği, ekonomik ve siyasi bağımsızlık gibi kavramların öğrenilmesini engellemek, toplumsal yapıyı ve eğitimi de buna göre düzenlemektir.
Böyle olunca emperyalizm, bağımsızlık, ulusal egemenlik gibi kavramlara yabancı olan bir anlayışın ülke güvenliği konusunda gereken her türden önlemi alabileceğini, gerçekten çok bilinçli davranabileceğini söyleyebilmek mümkün mü? Elbette değil.
Şöyle bir düşünün; neden İsrail hedef aldığı ülkelerde istihbarat faaliyetlerinde başarılı olup buna dayanarak nokta operasyonlarla hedef ülkeyi şoka uğratabilirken aynı durum İsrail için söz konusu değil?
Çünkü İsrail’in çok güçlü bir istihbarat örgütü olduğu gibi, İsrail halkı da yüksek bir ulus bilincine sahip olduğundan hangi ülkede yaşanırsa yaşansın kendisini İsrail’in güvenliğinden sorumlu tutarak istihbarat görevlisi gibi davranabilmektedir.
Bu yüzden bilinmelidir ki, bir ülkenin güvenliğini sağlayacak en önemli unsur öncelikle o ülke halkının yüksek bir ulus bilinciyle eğitilerek ulusu yok etmek isteyen düşmanlarına karşı bilinçlenmesinden geçmektedir.
O olmadığı takdirde çok kolay bir şekilde emperyalizmin bölgedeki taşeronu durumuna düşülebilir. Emperyalizmin en çok istediği, ulus kimliği yok edip tarikat ve etnik kimlikleri özendirip, cesaretlendirerek parçalanmanın fitili ateşlenebilir.
Ayrıca kim oldukları bilinmeyen milyonlarca yabancı ülkeye doldurularak ülkenin demografik yapısı da pekâlâ bozulabilir. Bunun dışında emperyalistlerce fonlanan kişi ve örgütlere kayıtsız kalınıp, ülkenin tapusu olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası tartışmaya bile açılabilir.
Demek istediğim, ulus bilinciniz varsa; ekonomik ve siyasi olarak güçlü bir ülke olabilir, bağımsızlığınızı, ulusal egemenliğinizi koruyabilirsiniz. Değilse; kendinize hangi ad ve unvanı takarsanız takın, ancak emperyalizmin sömürgesi ve taşeronu olabilirsiniz.
Ama asla bağımsız bir ülke değil.
YORUMLAR