Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Nusret Kebapci
Nusret Kebapci

Neoliberalizmle Yönetilmek…

Belki yukarıdaki başlığı görünce “Bu nedir?”, “Nasıl bir yönetim şekli?”, “Böyle yönetilince ne olur?” diye sorabilirsiniz. Belki de konuyu araştırırsınız.

Ya da bunların hiçbirini yapmazsınız. Neyin niçin olduğuna kafa yormazsınız. Onlarca yılın verdiği alışkanlıkla, her şeyi devletten beklersiniz. Hatta belki içinizden “Bizim liderimiz asla yanlış yapmaz” diye de düşünebilirsiniz.

Ancak iş ne yazık ki öyle değil. İsterseniz yaşamınızdan örnekler vermeden önce konuyu tanımlayalım ki olay herkesin kafasında netleşsin.

Neoliberalizm aslında devletin tamamen küçültüldüğü, bir anlamda “gece bekçisi” konumuna indirgendiği sistemin adıdır. Bu sistemde devlet; hemen her konuda inisiyatifi özel, yerli ve yabancı şirketlere bırakır. Üstelik bu şirketlerden doğru dürüst vergi alınmadığı gibi şirketler hiçbir şekilde de denetlenmez.

Bunu ülkemizin her alanında zaten yaşıyoruz.

Yine de hatırlatayım: Bu sistemde yaşanan hiçbir şey kişisel hatalarla veya anlık yanlış kararlarla olmuyor. Bunların sistemsel olduğunun anlaşılması, dolayısıyla mücadelenin ve tercihin de ona göre yapılması gerekiyor.

Tabii şunu da unutmadan: Bu sistemde kamu çıkarı, kamusal alan, toplumun hakları gibi kavramlara asla yer yoktur. Devlet, tamamen küresel ölçekteki büyük şirketlerin hizmetindedir. Siz artık bundan sonra hak ve ödevleri olan bir yurttaş değil, her şeyin bedelini fazlasıyla ödemek zorunda olan bir müşterisiniz.

Aslında bunu anlamak son derece kolay: Zeytin ağaçlarına, sulara, ormanlara, öğrenci haklarına veya grev hakkına sahip çıkmayı deneyin. O an, mevcut kamu gücünün şirketlerden mi yoksa halktan mı yana kullanıldığını yaşayarak görebilirsiniz.

Dilerseniz konuyu daha ayrıntılı örneklendirelim.

Geçtiğimiz günlerde yurtdışından gelen bir ailenin zehirlenme olayını sanıyorum herkes izledi. Aslında bu yaşanan buzdağının görünen kısmıydı. Çünkü ülkemizde bu tür gıda zehirlenmesi vakaları sıkça yaşanmakta ve maalesef bazıları ölümle sonuçlanabilmektedir.

Ya, ihraç ettiğimiz ama üzerinde normalin 100-200 katı pestisit (zehir) bulunduğu için geri gönderilen gıdalara ne demeli…

Ve bunu gönderirken yabancı ülkelerin sıkı kontrol yapacağı da bilinmesine rağmen…

Hal böyleyken, kendi iç piyasamızın ne durumda olabileceği hiç aklınıza geliyor mu? Hallere giren ürünlerde herhangi bir denetim, kontrol veya laboratuvar tahlili yapıldığını hiç duydunuz mu?

Olay sadece sebze-meyve de değil. Et, süt, tavuk ve işlenmiş gıdalarla ilgili neredeyse her gün yeni skandallar patlamaktadır. Özellikle de girdi fiyatlarının aşırı yükselmesi nedeniyle ülkemizde hayvancılık neredeyse yapılamaz hale getirilince piyasa, kolay kâr amacıyla ithal ürünlere açıldı. Üstüne bir de ruhsatsız, denetimsiz işletmeler eklenince durumun vahameti ortada.

İçinizden “Gıdada sorun var ama diğer alanlar farklı!” diyebilirsiniz. Ama gerçekten öyle mi?

Bir ülkede katı trafik kuralları, o ülkenin hukuk devleti olduğunun göstergesidir. Ama bizde durum böyle değil. Trafikte geçiş hakkı dahil tüm kurallar birilerince hiçe sayılıyor. Sırf iktidara yakınlıkları nedeniyle ayrıcalıklı plakalara, çakar lambalara sahip olunabiliyorsa; inanın o ülkede hukuktan da bahsedilemiyor.

Ya sağlık? Durumumuz “neremiz doğru ki” diyen deve misali. Yeni doğan bebeklerden yaşlılara, MR’dan ameliyatlara kadar her alanda çeteleşme bulunmakta, denetimsizlik sağlıkta da hüküm sürmektedir.

Özel şirketlerin kurduğu, onlarca yıl “hasta garantisi” ile para ödediğimiz devasa hastaneleri saymıyorum bile. Sahi bunların yerine pek çok bölgesel hastane yapılamaz mıydı? İnsan düşünmeden edemiyor.

Adalete gelince… Farklı olduğunu düşünebilir misiniz? Zaten farklı olsa, yukarıda saydığım şeylerin hangisi yaşanırdı? Yolsuzluk dosyaları ortadayken, kara para aklayanlar ve çeteler serbestçe dolaşırken sadece eleştiri yapanların cezalandırılması her şeyi özetlemiyor mu?

Eğitim ise tam bir karmaşa.

Normalde eğitimin hedefi; ortak duygu, düşünce ve tarihi paylaşan yurttaşlar yetiştirmek olmalıyken bizde durum hiç de öyle değil. Aksine çok değişik eğitim yapılmasına kapı aralanarak birbirinden çok farklı kimlikleştirme söz konusu olabilmektedir.

Çünkü başka ülkelerde karşılığı olmasa bile pek çok emperyalist ülke yanında, tarikat, cemaat, vakıf ve sermaye gruplarına okul izni verilmekte; her birinin kendine ait bir müfredatı bulunduğu için de herkes bildiğini okuyabilmektedir.

Bunun sonucunda da eğitim birliği parçalanmaktadır. Ayrıca üniversite diploması bile işe yaramamakta; gençler, parası olana verilen “özel sertifikaları” almak için özel kurumlara para ödemek zorunda bırakılmaktadır.

Bakın burada liyakatsizliğe hiç değinmedik. Diploma konusunun bile üzeri örtüldü. Ama en korkuncu ne biliyor musunuz? Siz kendi yakınlarınıza bu diplomaları peşkeş çektiniz diyelim… Ya gittiğiniz avukat, gerçek avukat değilse? Doktor o okulların yanından bile geçmemişse? Hakimin hiçbir bilgisi yoksa? Öğretmen gerçek öğretmen değilse? İşte o zaman ne olacak?

Bu akıl tutulması sadece bunlarla da sınırlı değil. Orman yangınlarını neredeyse hiç uçağı olmayan şirkete vermek, deprem ve maden denetimini ilgili müteahhide devretmek başka nasıl açıklanabilir ki?

Tüm bunların üzerine “Peki çözüm var mı?” demeniz mümkün.

Aslında çözüm hiç de zor değil. Sadece; kişi veya şirket çıkarı değil, devleti tekrar güçlendirerek ulusal politika uygulayıp, ulusal çıkarları korumak bunun için yeterlidir.

Demek istediğim: Siz belki mensubu olduğunuz partiyi programından haberiniz olmadan yıllardır destekliyor da olabilirsiniz ama neoliberalizmin en belirgin sloganı nedir biliyor musunuz?

“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.”

Yaşadığımız tam olarak budur. Bilmem anlatabildim mi?

 

 

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER