Biliyorum, ülkemizin gündemi çok yoğun. Hatta neredeyse hiçbir ülkede olmadığı kadar da hızla değişiyor. İşte bu hızlı gündem ve yoğun tartışmalar arasında sakin kalıp, ülkede asıl yapılmak istenen değişimin amacını fark etmek ve dikkatleri ona yöneltmek büyük bir çaba gerektiriyor.
Aslında gündeme ve gündemle ilgili tartışmalara bakıldığında, birkaç küçük parti dışında iktidar ve bazı büyük partilerin “açılıma” destek verdiği, ancak ulus devlete, Cumhuriyete ve üniter yapıya sahip çıkmadıkları üzücü bir gerçek. Bugün ülkece içinde bulunduğumuz tartışmalı gündeme bakıldığında, pek çok siyasinin bu yapılanları okuyamadığı, ne yapılmak istendiğini anlayamadığı ve bu nedenle de çekimser kaldığı ne yazık ki ülkemizin bir gerçeği.
Şimdi burada biraz durup nefes alalım.
Bu tür uzun süren bir savaş veya çatışma sonucunda barış talebi hangi taraftan gelir?
Koşulları kim koyar?
Elbette bu savaş ya da çatışmadan galip çıkan taraf, değil mi?
Ama bizde tam tersi bir durum yaratılıp, sanki terör örgütü Türkiye’yi yenmiş gibi bir algı oluşturulup, 1924 Anayasası ve ülkemizin dünya devletleri arasında tanınmasını sağlayan Lozan Barış Antlaşması’nın açıkça hedef alınması, Sevr Antlaşması’yla tanımlanan Kürdistan’ın üstü kapalı olarak istenmesi, ülkeyi yönetenlerce sessizlikle geçiştirilebiliyor.
Belki bu söz üzerine “istenmedi, duymadık” gibi sözler söyleyebilirsiniz ama şöyle bir düşünün: Lozan Barış Antlaşması’yla Türkiye’nin ekonomik ve siyasi varlığı tanınmamış olsaydı, her ne kadar savaşı kazanmış olursanız olun, Türkiye’nin konumu bugün bizim dışımızda hiçbir ülkenin tanımadığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden ne kadar farklı olabilirdi?
Elbette olamazdı.
Aslında değişmez kuraldır: Merkezi bir ulus devlet yapısıyla merkezi bir ulusal ekonomi nasıl birbirini tamamlarsa; ekonominin ulusal olmaktan çıkarılarak ülkenin emperyalizme sınırsız açılmasıyla ademi merkeziyetçilik, yerinden yönetim ve dahası federasyon da birbirini tamamlar.
Böyle olunca da bugün siyasi olarak Lozan’a, 1924 Anayasası’na ve Atatürk’e sahip çıkanların Türk ulus devletinden ve üniter yapıdan yana olmalarıyla; 1924 Anayasası’na karşı çıkıp, Lozan’a buldukları her fırsatta saldıranların ulus devlet, üniter yapı ve Atatürk karşıtlığı…
Ya da ülkesinde emperyalizmin dayattığı neoliberal ekonomiyi uygulayıp…
Ülkesinin sanayisini, tarımını, hatta taşını toprağını yabancı sermayeye talan ettirenlerin siyasette ademi merkeziyetçiliği, yerinden yönetimi, daha açığı federasyonu istemeleri asla tesadüf değildir.
Çünkü emperyalizm için bir ülke ne kadar güçlü, merkezi bir birlikteliğe sahip olursa o kadar zor yönetilirken, ne kadar fazla etnik ve dinsel küçük parçalara ayrılabilirse de o kadar kolay yönetilebilmektedir.
YORUMLAR