Gün geçmiyor ki, emperyalizme karşı verdiğimiz büyük mücadele sonunda kurduğumuz ulus devletimiz, günümüzün emperyalist ülke temsilcileri, siyasal İslamcılar ve sol neoliberaller tarafından saldırıya uğramasın. Ne yazık ki, bu kez de öyle oldu…
Bir yandan ABD temsilcisi Tom Barrack, 1919’da ulus devletin kurulmasıyla işlerinin bozulduğunu söylerken; diğer yandan da iktidarın, her zamanki gibi, Cumhuriyet Devrimi’ni ve Millî Mücadele kahramanlarını, sözde İstiklal Mahkemeleri gerekçesiyle hedefe alması aynı döneme denk geldi.
Aslına bakarsanız, bu ne ilk defa oluyor ne de son kez olacak.
Çünkü her ikisinin de düşmanı ulus devlet!
Emperyalizm, ulusal pazardan dışlanma ve ulusal birliğin sağlanması nedeniyle ulus devlete doğrudan düşman olurken,
Siyasal İslamcılar, ulus kimliği yerine ümmetçi yapıyı öne sürerek; Neoliberaller ise merkezi devlet yapısından kurtulma, ülkeyi küresel sermayeye açma ve etnik/dinsel kimliklere “özgürlük” söylemi altında ulusal birliği çözme amacı güderek, farklı araçlarla da olsa aynı sonuca hizmet etmektedirler: Ulusal egemenliği kırmaya.
Doğrusunu isterseniz, emperyalist ülkelerin ülkemiz üzerindeki politikalarını göz önüne almadan doğru bir politika veya strateji izlemek mümkün değildir. Eğer ulus bilinciniz yoksa ve emperyalizm ile ulusal egemenlik gibi kavramlardan çok uzaksanız, hiç farkında bile olmadan onların kullandığı bir araç durumuna düşebilirsiniz.
Bu nedenle öncelikle bilinmelidir ki; her ne kadar bazıları ulusun ne olduğundan, nasıl oluştuğundan bihaber olup emperyalizmle birlikte ulusal egemenlik karşıtlığına soyunuyorlarsa; emin olun görünürdeki adları, unvanları, düşünceleri ne olursa olsun, onlar mutlaka emperyalizmin içimizdeki “beyaz taşlarıdır”. Bundan hiçbir şekilde kuşkunuz olmasın.
Çünkü emperyalizm; bizimki gibi ülkelerin ulusal birlikteliğini çok güçlü bir şekilde sağlayıp; ekonomisi, tarımı, sanayisi, yer altı ve yer üstü tüm zenginlikleri üzerinde egemen olmasını istemez.
İsterler ki o ülkeler ulus öncesi duruma dönüşüp; tarikatların, etnik ve dini her türden kimlikçiliğin cirit attığı, ekonominin tamamen yabancı sermaye tarafından diledikleri gibi talan edilebildiği bir ülke olsun.
Zaten ulus devlet ile ulus öncesi sömürge devlet arasındaki en belirgin fark nedir biliyor musunuz? Ülke ekonomisi ve her türden zenginliği üzerine karar verme gücünün ulus devlette olup olmamasıdır.
Yani ulus devlet, ülke ekonomisi üzerinde egemen olup bunu ulus çıkarına değerlendirirken; sömürge ise yabancı devlet ve şirketlerin yararlanması için gereken her türden çabayı gösterir. Hem zaten bu anlayışa göre “vatan” gibi bir kavram da söz konusu olmadığından, ülkenin malı, ulusal çıkar, egemenlik falan da haliyle hikâye durumundadır.
İşte bu nedenle, ABD’li Tom Barrack gibilerin 1919 sonrasındaki ulus devlet karşıtlığıyla; aynı döneme denk getirilen, sözde İstiklal Mahkemesi gerekçesiyle Atatürk ve Cumhuriyet devrimlerine yapılan saldırıların amacı tam olarak budur.
Çünkü emperyalizm ve ülkemiz içindeki siyasal İslamcı ve sahte milliyetçi işbirlikçileri pekâlâ biliyorlar ki; “sözde terörsüz Türkiye” adı altında ülkemizin ulus kimliğini yok ederek çok kimlikliliğe götürecekleri süreç; Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet gözden düşürülmeden, itibarsızlaştırılmadan tamamlanamaz.
Bu yüzden Atatürk’e her fırsatta hakaret edilmesine göz yumulmakta, O’nun yaptığı Devrimler tamamen uydurma bir şekilde değersizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ama isterseniz, o emperyalist temsilcilerin tadı damaklarında kalan 1919 öncesine kısaca değinelim ki, birilerinin emperyalizmle niçin işbirliği yaptıkları çok daha iyi anlaşılabilsin.
Bir devlet düşünün… Balkan Savaşı’nda yenilmesiyle birlikte dağılma sürecine girsin. Ancak bu durumdan ders almayıp, üstelik sanayi devrimiyle de tanışamayıp üretim yapamadığı gibi; lüks tüketim ve şatafatlı yaşamaya, saray yapmaya devam etsin.
Yetmediği gibi; ülke tamamen kapitülasyonlarla yabancıların koşulsuz at oynattığı bir yer haline gelsin, var olan el sanatları ve hafif sanayi girişimleri bile yok olmaya yüz tutsun. Bu da yetmediği gibi para basma yetkisi bile adı Osmanlı olup kendisi İngiliz/Fransız olan bankada olsun. Ekonomi “Düyun-u Umumiye” adı altında yabancı devletlere bırakıldığı gibi…
Vergi toplama işi de “Reji” adı verilen ve çalışanlarına “kolcu” denilip türkülere bile konu olan, devletin jandarmasına yakın sayıda silahlı gücü bile bulunan yabancı şirketlere devredilebilsin.
Ve üstelik tüm bunlar o dönemde yaşasa, bırakın sadrazam, vezir falan olmayı; vezirparmağı bile olamayacak insanlar tarafından sırf Atatürk’e saldırmak için savunulabilsin…
Yani demek istediğim; içinde bulunduğumuz durum oldukça vahim ve üstelik ne yazık ki çok fazla seçeneğimiz de yok. Daha doğrusu iki seçenekten birini seçmek zorundayız:
Ya Atatürk’ün izinde Devrimlerine sahip çıkarak ulus devletimizi ve kimliğimizi sonuna kadar savunacağız,
Ya da sessiz kalıp, göz yumarak teslim olup parçalanacağız.
Başka yolu yok.











YORUMLAR