Bezginlik, ağır, puslu, yapışkan hava soluk almasını engelliyordu Damla’nın. Yatağa çakılmış kalmıştı, üzerinde gezinen can sıkıcı sinekler muhtemelen annesinin evden çıkarken biraz olsun hava alması için açık bıraktığı camdan içeri girmişlerdi.
Ay, yeter! dedi, sinekler ısırmaya başlamış ve canı yanmıştı. Haftalardır çıkmadığı yataktan çıkmaya karar verdi. Bir yandan yatağın rehaveti onu hala cezbediyordu fakat yaydığı; ağır, ekşi koku onu bile rahatsız etmeye başlamıştı. Banyo yapmayalı sanırım bir ay oldu dedi, bir yandan eliyle sinekleri kovalamaya çalışırken.
Neyse ki annesi onun için hazırladığı kahvaltı tepsisinin üzerini örtmüştü. Pis sinekler siz beni ısırıyorsunuz ama kahvaltımı size kaptırmayacağım dedi ilk defa neşeyle. Sesinin neşeli çıkmasına kendisi de şaşırmıştı. Neden sonra aylardır hissetmediği kadar hafif hissetti kendini. Dağınık saçlarına, uykusuz gecelerin eseri şiş gözlerine, pis kokusuna rağmen ilk defa bir hafiflik vardı üzerinde. Bunu farketmenin keyfiyle gülümsedi.
Yataktan dışarı bir adım attı, pencereden içeri giren temiz havayı hissetmek iyi gelmişti. Hangi gündeyiz acaba dedi. Kapkara bir dönem geçirmişti; işini, sevgilisini ve onlarla birlikte zaman mefhumunu da kaybetmişti. Pencerenin yanına geldiğinde dışarıdaki hareket birden başını döndürdü. Kimi insanlar ellerinde dondurmalar ya da alışveriş çantalarıyla mutlu mutlu caddeyi turluyorlardı.
Ben de çıkabilsem dedi kendi kendine, bir gayret yıkandı sonrasında en çiçekli elbisesini giydi bir de nar çiçeği rengi rujunu sürünce işte tamam, hazırdı. Tam o sırada kapıdan giren annesinin sevinçli yüzünü farketti. Aylardır bu günü bekliyordu zavallı kadın. Kızı iyileşmişti…
YORUMLAR