MHP Genel başkanı tarafından dile getirildi, AKP sahip çıktı: PKK’nın silah bırakma ve millî birliği pekiştirmek için yasal ve idari düzenlemeler yapma süreci devam ediyor.
Bu sırada gene Devlet Bahçeli “Neden biri Kürt, biri Alevi iki Cumhurbaşkanı yardımcısı olmasın?” diyerek yeni bir tartışma konusu açtı.
Bütün bu silah bırakma, Kürtler için statü belirleme ve buna Alevileri de katma projelerinin dış gelişmelerle ilgili olduğu sanılıyor. Amaç, Türkiye’de devletin esas sahibi konumunda olan Sünni Türk nüfus dışındakilerin yabancı kışkırtmalarına kapılmayacak siyasi ortamın hazırlanması.
Alevi bir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı o kadar fırtına koparmadı. Fakat Kürt Cumhurbaşkanı yardımcılığının büyük bir tepki aldığı görüldü. Türk milliyetçisi çevrelerin sözcüleri ülkede adeta sosyal bir yangın varmışçasına “Yetişin komşular, Türklük elden gidiyor, tenceresini, kovasını alan su getirsin, yangını söndürelim!” çağrılarını yaptılar, yapıyorlar. Bu itirazların nedeni, hiç kuşkusuz Türk kimliğini bir amentü olarak kabul edenlerin, devlet yönetiminde “Türk” kimliğinden başka bir kimliğe razı olamayışlarındandır.
BİR ÜLKE NASIL BÖLÜNÜR?
Bir ülke birden çok milliyetten oluşuyor ve fakat devlet bunların tümünün rızasını alacak bir anlayışla yönetilmiyorsa o ülkede bölünme riski vardır. Türkiye de bu süreci yaşadı. Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat reformlarına rağmen uyruğunda bulunan milletlerin ihtiyacına cevap veremediği için bölündü. İmparatorluktaki milletler “ev”den ayrılarak kendi evlerini kurdular. Ancak ne yazık ki, bunun için birçok kan aktı. Osmanlı Ordusu Balkanlarda az çeteci kovalamadı. Türklerin, bu milletleri suçlamaya hakları yoktur. Ancak Osmanlıların parçalanmasına neden olan, imparatorluğun Türk kimliği değildir. Devlet “Osmanlı” diye bir silalenin adını taşıyordu. Ancak devletin hâkimi Sünni Müslümanlardı, diğerleri azınlık statüsüne tabi idiler.
Birden çok milletten oluşan devletlerin bazılarında milletler devletçe tescil edilmişlerdir. Hâkim millet tarafından yok sayılmazlar. Yerel parlamentoları vardır. Büyük Britanya, Rusya Federasyonu bu örneğe uygundur. Çin, Hindistan gibi büyük ülkelerde eyaletlerin özerkliği vardır.
Özetle, bir devlet çatısı altında birden çok milletin bulunması iki türlü olur. Zorla veya gönüllü olarak. Zorla yaratılan birlik belli koşullar oluşunca çözülmeye adaydır. Gönüllü birliği çözmek ise kolay değildir.
MHP’nin iki cumhurbaşkanlığından birinin Alevi, birinin Kürt olması önerisi, birliği gönüllü hâle getirme girişimidir. Böylelikle Aleviler ve Kürtler, devlette temsil edildiklerini düşünerek ona sahip çıkacaklar ve ayrılık peşinde koşmayacaklardır. Ancak bunların cemaatlerince seçilmiş olmayıp atanmayla belirlenmesi sorunu çözmez. Osmanlı imparatorluğunun Tanzimat döneminde hükümette iki azınlığın birer temsilcisi bulunuyordu. Ermeniler ve Rumlardan birer kişi nazır olarak atanıyordu. Bunlara daha çok dışişleri, tarım, ticaret, posta gibi bakanlıklar veriliyordu. Ne var ki, Pantürkizm ve Panturanizm akımları bütün o birlik girişimlerini silip süpürecek felaketleri önleyememiştir. Osmanlıların imparatorluk olmalarının nedeni de yıkılmalarının nedeni de çok milletli olmalarıdır.
“Bizde kimin nereye seçileceği ile ilgili bir sınırlama yoktur. Bir Kürt Cumhurbaşkanı bile olabilir” diyerek Turgut Özal gibi kişileri örnek göstermek yanlıştır. Onlar Türk ve Sünnilik dışında bir kimlikle seçilmiş değillerdir. Aleviler ve Kürtlerin seçilebilecekleri makam Belediye Başkanlıkları ise de buradaki iktidarları da güvende değildir.
RUM VE ERMENİER İÇİN NE DEMELİ
Türkiye’de seçimlere girebilecek kişilerin taşıması gereken şartlar arasında “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” vardır ama vatandaşın kültür ve inanç kökeni kanunen sorgulanmaz. Çünkü bütün vatandaşlar ve onlardan doğan çocuklar Türk sayılmaktadır. Bunlar arasında “Türk”lerden başka yalnız Aleviler ve Kürtler değil, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Çingeneler gibi herkesin taşıdığı hakları formel olarak taşıyan ama hiçbir zaman Müslüman-Türklerin sahip olduğu siyasi imkânlara sahip olmayacak kesimler vardır. Bu kesimlerden birine sahip birinin asıl kimliğini gizlemeyerek, ağzıyla kuş tutsa cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, belediye başkanlığı gibi makamlara seçilmeleri imkânsızdır. Bunlar için bazı makamlarda kontenjan ayırmak yerinde olabilir. Ne var ki Sünni-Türk nüfus üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığında Alevi inancı için bir bölüm bulundurmayı bile kıskançlıkla reddediyor. Diğer dil ve inanç gruplarının devlette esamisi bile okunmuyor.
SOSYO-POLİTİK KOŞULLAR
Toplumların yönetim prejeksiyonu için tek bir örnek olduğuna inanmak yanlıştır. Güçlü merkez mi, ademi merkeziyetçilik mi, güçlü yerel yönetimler, federasyon, konfederasyon, özerk bölgeler mi? Bir ülke için bunların hangisinin daha uygun olduğu, ülkenin tarihi, sosyolojik yapısı, yönetim tecrübesi ile ilgilidir. Buna kökleşmiş milliyetçilik duygularıyla değil, saydığımız özellikler hesaba katılarak karar verilmelidir. Kurtuluş Savaşı yönetimi millî birliği sağlamak için Kürtlere bir çeşit özerklik vaat etmiş, MHP’nin önerisine benzer biçimde Mecliste iki başkanvekilinden birine Konya Mevlevi Postnişini, diğerine ise Hacıbektaş Çelebisini getirmişti.
Şurası açıktır ki, bir ülkede yaşayan farklı dil, din, mezhepten insanlar kendilerini ne kadar özgür hissediyorlarsa o ülkenin birliği o kadar güvence altındadır. Ne kadar baskı altındaysalar ülkenin birliği o kadar tehlike altındadır.
MHP’nin şahsında Türk milliyetçiliğinin bir kesimi “nihayet” bunu anladıysa bu Türkiye halkı için bir kazançtır. “Cumhurbaşkanlığı” gibi bir şekle takılıp kalmamak, ülkede evrensel demokrasinin gereklerini yerine getirmek için öneriler geliştirmek gerekir.
Önemli olan başkalarının haklarını ve duygularını da hesaba katan bir demokrat olmaktır. Yunus Emre’nin “Sen sana ne sanırsan, ayrığa da onu san, Dört Kitabın manası budur eğer var ise” sözünü içselleştirmektir. Gerisi kolaydır. Demokratikleşmek için bir sürü yol bulunuyor. (Ayvalık, 27 Temmuz 2025; Indepedent Türkçe, 28 Temmuz 2025)
YORUMLAR