Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Selçuk Özdağ: “Milletimizin çok büyük sorunları var. Sorunların çözüm yeri ne saraydır, ne külliyedir, ne de yürütmenin keyiflilikleridir”

Yeni Yol Grup Başkanvekili Selçuk Özdağ, “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni hak etmiyor. Türkiye parlamenter sistemi hak ediyor. Denetlenen bir Türkiye’yi, hesap veren bir idareyi yürütmeyi hak ediyor. Bağımsız, objektif ve tarafsız bir yargıyı hak ediyor. Türkiye aynı zamanda çalışan, yasama yapan, yasama yaptığı gibi denetleyen, denetlediği gibi de bütçe yapan bir parlamentoyu hak ediyor. Milletimizin çok büyük sorunları var. O sorunları çözeceğimiz yer burasıdır. Ne saraydır, ne külliyedir, ne de yürütmenin keyiflilikleridir” dedi.

Yeni Yol Grup Başkanvekili Selçuk Özdağ, "Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni

(TBMM) – Yeni Yol Grup Başkanvekili Selçuk Özdağ, “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni hak etmiyor. Türkiye parlamenter sistemi hak ediyor. Denetlenen bir Türkiye’yi, hesap veren bir idareyi yürütmeyi hak ediyor. Bağımsız, objektif ve tarafsız bir yargıyı hak ediyor. Türkiye aynı zamanda çalışan, yasama yapan, yasama yaptığı gibi denetleyen, denetlediği gibi de bütçe yapan bir parlamentoyu hak ediyor. Bu milletimizin çok büyük sorunları var. O sorunları çözeceğimiz yer burasıdır. Ne saraydır, ne külliyedir, ne de yürütmenin keyiflilikleridir” dedi.

Yeni Yol Grup Başkanvekili Selçuk Özdağ, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu.

“Azerbaycan’ın Gence kentinden Türkiye’ye gelmek üzere havalanan içinde 20 kahraman personelimizin bulunduğu Türk Hava Kuvvetleri’ne ait askeri kargo uçağımızın Gürcistan-Azerbaycan sınırına düşmesi hepimizi derinden sarsmıştır. Şehit olan kahraman evlatlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve aziz milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın en disiplinli ordularından biridir” diyerek sözlerine başlayan Özdağ, özetle şöyle konuştu:

“Özellikle bu uçak kazalarıyla ilgili, gerek asker, askeri uçaklarla ilgili, helikopterle ilgili, gerekse de sivillerle ilgili araştırmaların yapılmasını istiyoruz. Mesela Gara’da bizim oldukça fazla askerimiz bir mağarada öldü. Bu mağarada önce köpekleri gönderdiklerini, her türlü tedbir aldıklarını söylediler ama askerleri buraya gönderirken, bu mağaraya gönderirken bir oksijen tüpü vermediler, maskesi takmadılar. Şimdi bununla ilgili kendi iç bünyelerinde araştırma yaptıklarını söylüyorlar. Bu iktidar döneminde özellikle nerede bir yanlışlık olduysa, nerede bir hukuksuzluk ve keyfilik olduysa veya iddia edildiyse, bunların ya üstü örtbas edildi, yahut da genel geçer ufak tefek soruşturmalarla o insanlar tasfiye edildi ve o olaylar örtbas edildi. Bununla ilgili onlarca örnek verebilirim parlamentoda, iki buçuk yıllık milletvekilliği dönemimizle ilgili söyleyebilirim. Şimdi bununla ilgili olarak da yine aynı şekilde diyecekler ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli Savunma Bakanlığı soruşturma açtık diyecekler. Fakat bu soruşturmalar şeffaf bir şekilde nasıl yönetildiğini söylemeyecekler. Aynı zamanda sonuçlarını da kamuoyuyla paylaşmayacaklar ve hatta sonuçlarında da birilerini masum çıkartmak, birilerini de mağdur çıkartmak adına çok rahat, mahir bir şekilde bunları millete takdim edecekler. O nedenle bu konuların araştırılması için bir meclis araştırma komisyonunun kurulması elzemdir.

“Kağıt üzerinde alınan tedbirler sahada uygulanmadığında o belgeler birer illüzyona dönüşür”

Bugün ülkemizde ne yazık ki bir işçinin ölümü, bir çocuğun emeği, bir annenin gözyaşı sıradan bir haber haline gelmiştir. Oysa insanın hayatı hiçbir iş statüseye sığmaz ve her şeyden de değerlidir ve kıymetlidir. Bizim medeniyetimiz insanı merkeze alan bir adalet anlayışının üzerine kuruludur. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın diyen bir anlayışın mirasçılarıyız biz. Ancak bu söz duvarlara asılı bir hatıra lefasına dönüşmemelidir. Bugün bu ülkenin işçileri alın teriyle birlikte canlı da veriyorlar. Avrupa Birliği ortalamasına göre Türkiye’de iş kazalarındaki ölüm oranı tam beş kat daha yüksek. Bu tablo sadece bir veri değil, bu tablo bir sistemin insanı önceleyen ahlakından uzaklaştığını göstergesidir. Bu acı gerçeğin sebepleri çok açıktır. Birincisi ölçüsüz kar hırsıdır. İnsanı bir üretim bandının parçası olarak gören zihniyet iş güvenliğini maliyet kalemi olarak değerlendirir. Oysa hiçbir kar bir canın değeriyle asla ölçülemez. İkincisi sendikasızlaştırmadır. Sendikasız işçi sesi en kolay susturulandır. Hakkını arayamaz, haksızlığa itiraz edemez. Bu sadece iş hukukunun değil demokrasi kültürünün de maalesef çöküşüdür. Üçüncüsü denetim eksikliğidir. Kağıt üzerinde alınan tedbirler sahada uygulanmadığında o belgeler birer illüzyona dönüşür. Bir devletin denetim görevini tam ve kamil manada tatbik etmesi vatandaşının can güvenliğiyle de doğrudan ilgilidir. Bir ülke üretimini emeğin kanıyla sürdürüyorsa o üretim bereketli değildir. Bir ülke büyümesini işçisinin mezar taşlarıyla ölçüyorsa o büyüme gerçekten bir çürümedir. Ve bir devlet vatandaşının can güvenliğini koruyamıyorsa o devletin varlık nedeni sorgulanır hale gelir.

“Bugün bu kürsüden o altı canın hakkını sormak bizim boynumuzun borcudur”

Bu tablo yalnızca yetişkinleri değil, çocuklarımızı da kapsıyor. Resmi verilere göre, 15-17 yaş aralığında çalışan çocuk sayısı Türkiye’de 889 bindir. Bunlar TÜİK rakamlarıdır. Kayıt dışı çalışanlarla birlikte bu sayı 3,5 milyona yaklaşmaktadır. Yani bir şehir dolusu, bir büyükşehir dolusu Ankara hemen hemen bir İzmir dolusu okula değil, işe gidiyor genç çocuklar. Sabahın karanlığında ellerinde kalem değil, makas, sırtlarında çanta değil yük var. O çocuklar daha hayatı öğrenemeden hayatın yükünü taşımaya mahkum ediliyorlar. Uluslararası çalışma örgütü verilerine göre dünya genelinde 160 milyon çocuk işçi var. Ama Türkiye Avrupa’da çocuk yoksulluğunun en yüksek olduğu ülkelerden biri konumundadır. Bu yalnızca bir ekonomik sorun değildir. Bu aynı zamanda ahlaki bir alarımdır. Bir ülke çocuklarını üretim bandına sürüyorsa o ülke geleceğini tüketiyor demektir. Bir millet çocuklarını koruyamıyorsa geçmişine de geleceğine de ihanet ediyor demektir. Kocaeli’de yaşanan trajik depo yangını yani canın ucuz parfümün pahalı olduğu bu parfüm deposundaki yangın veya parfüm üretim merkezindeki yangını bu çöküşün en acı sembollerinden biridir. Defasız, ruhsatsız, denetimsiz bir işletme. Vatandaş defalarca cimer üzerinden şikayette bulunmuş. Bu iş yerinde çocuk işçi çalışıyor, güvenlik önlemi yok, koku yayılıyor demişler. Ama ne olmuştur? O başvurular bir bürokrasi duvarına çarpmıştır. Sessizliğe gömülmüştür. Ve o sessizlik altı canımızı almıştır. Bugün bu kürsüden o altı canın hakkını sormak bizim boynumuzun borcudur.

“Cimere yapılan başvuruların akıbetini açıklamak zorundadır”

Cimere yapılan o başvuruların akıbeti nedir? Hangi kurumlara sevk edilmiştir? Kaç denetim yapılmıştır? Ve neden önleyici hiçbir adım atılmamıştır? Ve hangi kurumlara sevk edildiyse o kurumların almış olduğu tedbirler ve cevaplar nelerdir? Devletin görevi vatandaşın feryadını dosyalara değil icraata taşımaktır. Bilinmelidir ki vatandaşın uyarısı bir bilgi notu değil, hayat kurtaracak bir çağrıdır. O çağrılar ciddiye alınmadığında devletin vicdanı da vatandaşın güveni de ölür. Buradan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz’a açık çağrımdır. Cimere yapılan başvuruların akıbetini açıklamak, kamu vicdanını rahatlatmak ve parlamentoya karşı yürütmenin hesap verme sorumluluğunu yerine getirmek zorundadırlar. Bu yalnızca bir bürokratik rapor değil, bir demokrasi gereğidir. Anayasamız Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yürütmeyi denetleme görevini verir. Bu görev salt bir prosedür değil, bilakis sistemin ruhudur, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin adeta kalp atışıdır. Eğer bir bu kalp durursa demokrasinin damarları da durur ve kurur.

“Türkiye’nin temel meselesi kurumsal körlüktü”

Meclis araştırması, soru önergeleri, genel görüşmeler bunlar kağıt üstünde kalmamalı. Yürütmenin gerçek denetim araçları haline gelmelidir. Bir devlet, bir hükümet kendi kurumlarının denetimini yapamıyorsa vatandaşından da güven duymasını bekleyemez. Denetim teknik bir işlem değildir. Devletin, hükümetin vicdanıdır, en asli vazifesidir, sorumluluğudur. Bir müfettişin kalemi, bir bürokratin dikkati bazen bir hayat kurtarabilir. Ama bu mekanizmalar körleştiğinde devlet artık kökezler, duyarsızlık yığına haline gelir. Bugün Türkiye’nin temel meselesi kurumsal körlüktür. Bir daha söylüyorum, bugün Türkiye’nin temel meselesi kurumsal körlüktür. Kurumlar vardır ama çalışmaz, raporlar vardır ama uygulanmaz, yasalar vardır ama işletilmez. Ve sonunda ihmal kelimesi en sık duyduğumuz kelime olur ve bir kelimeyi daha ilave ederler, kader derler. Tedbiri almazlar, sonra da Allah’a müftahan ederler.

“Türkiye parlamenter sistemi hak ediyor”

Burada muhalefet milletvekillerine de görev düşmektedir. Muhalefetin bütün milletvekillerine de çağrım şudur ki, parlamentoya daha çok ağırlık verelim. Türkiye Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni hak etmiyor. Türkiye parlamenter sistemi hak ediyor. Denetlenen bir Türkiye’yi, hesap veren bir idareyi yürütmeyi hak ediyor. Bağımsız, objektif ve tarafsız bir yargıyı hak ediyor. Türkiye aynı zamanda çalışan, yasama yapan, yasama yaptığı gibi denetleyen, denetlediği gibi de bütçe yapan bir parlamentoyu hak ediyor. Bu milletimizin çok büyük sorunları var. O sorunları çözeceğimiz yer burasıdır. Ne saraydır, ne külliyedir, ne de yürütmenin keyiflilikleridir. O nedenle buna da dikkat etmemiz gerekiyor.”