(TBMM) – CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Bugün Türkiye’de yapılanlar, sadece CHP’ye yapılan bir iş değil. Siyaset kurumuna yapılıyor, sandığa yapılıyor, fikir özgürlüğüne yapılıyor. CHP verdiği mücadeleyle kendisini, partisini, belediye başkanlarını, üyelerini koruyor değildir. Koruduğumuz bu ülkeye getirdiğimiz demokrasidir, fikir özgürlüğüdür. Bugün yaptığımız bu yürüyüş, Türkiye’yi 100 yüzyıl sonra 100 yıl öncekine götürmemeleri içindir. 80 yaş üstü akran dayanışmasıyla düşecekken biri, onu omzundan tutanları, birbirine meşruiyet verenleri, Türkiye’nin geleceğini ve gençlerinin geleceğini kendi ihtiraslarına, kendi yorgunluklarına, kendi tükenmişliklerine feda edenleri buradan uyarıyoruz: Bu memleket size feda edilecek kadar kolay kazanılmadı. Bu memleketin yarınları size değil, bu memleketin evlatlarına, tüm gençlerine emanettir” dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM’de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, şunları kaydetti:
“‘Yurtta barış, cihanda barış’ ilkesini savunan bir partiyiz. Ülkede kutuplaşma, kavga değil; kardeşlik, kucaklaşma istiyoruz. Biz çok seçim kaybettik arkadaşlar. 47 yıl boyunca birinci parti olamadık. Kaybettik, adayımızın kapısında sabaha kadar zurna çaldılar. Biz kaybettik, adaylarımızın bulunduğu sokakta trafiği kitlediler, sabaha kadar çocukları uyutmadılar. Alay ettiler. Referandumu kazandıkları belli olmadan ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ dediler. Kendi evlerinin önünde, Üsküdar’da teşekkür konuşması yapmak için seçildiğinde otobüs üstüne çıktılar, o günkü adayımıza seçimden önce taktığı lakabın alaycılığıyla hitap ettiler. Kazandığında küstahlaşan, burnu büyüyen, zoru görünce biraz pısan, ilk fırsatta saldırganlaşan bir kötülükle mücadele ediyoruz.
“Sen zulmedeceksin, öbür tarafta senin istediğin takvim bildiğin gibi işleyecek”
Daha dün Türkiye’nin en saygın araştırma kuruluşlarından birisinin sonuçlarına göre İstanbul İl Başkanlığı’na saldırı milletin gönlünde yüzde 80 tepkiyle karşılanıyor. Bir partinin il başkanlığına 5 bin polisle geliyorlar. Böyle bir sürecin içindeyiz. Biz böyle bir sürece rağmen kutuplaşma değil; kucaklaşma, barış, kardeşlik istiyoruz. Bir yandan bir gün sabah kalkıp da yıllardır yüzüne bakmadıklarının elini sıkanlar, hakaret ettiklerine methiye düzenler bir yanda; biz durduğumuz yerde duruyoruz. ‘Terörsüz Türkiye diyemezsiniz.’ Diyoruz, ‘Terörsüz ve demokratik Türkiye’yi istiyoruz’ diye söylüyoruz. Ama bir yandan ‘Efendim, terörsüz Türkiye olsun. Demokrasi bunun ön şartı olmasın.’ Yok ya. Ne olacak? Sen burada zulmedeceksin, sonra öbür tarafta senin istediğin takvim bildiğin gibi işleyecek.
“Komisyon faaliyetlerinin dar bir alana sıkıştırılmasından rahatsızız”
Gelinen aşamada, bazı uyarıları yapmamız gerekiyor. Komisyon faaliyetlerinin dar bir alana sıkıştırılmasından rahatsızız. Geldiğimiz noktada, Meclis’te 10 partinin mutabakatla verdiği kanun teklifi dururken Erdoğan, ‘Kayyum artık istisna olacak. Kayyum atanan belediyeler olmayacak’ demişken, komisyon koca bir yazı yemişken kayyım atanan 13 belediye orada duruyor. Üçü bizim, 10’u DEM’in. Diğer bir taraftan batıda seçim kazanamayacağı için Kürtler, CHP’nin sitesinden birer-ikişer aday gösterip CHP’ye oy vermek suretiyle batıdaki kentlerin yönetiminde söz sahibi edildiler. Bunun adı ‘Kent uzlaşısı suçlaması.’ Birisi sözünü söyleyemiyormuş, bir temsilci konmuş, söz sahibi olmuş, bu terörle ilişkiliymiş. Bu ayıp ortada dururken komisyon orada, bir yandan dinliyor, dinliyor, dinliyor. Biz komisyona giderken söyledik, bütün muhataplara söyledik: ‘Anayasa tartışmalarına girmeyiz, varsanız biz yokuz’ dedik. Oradaki güvenceden sonra buradayız.
“Demokrasi, kardeşlik, eşitlik istemek ne zamandan beri maksimalist talep oldu”
Bir yandan ayların boşa gittiği, bir yandan farklı hesapların yapıldığı bir yerde değiliz. Devlet Bey kendi söylediklerine, kendi yaptıklarına bakmaz; ‘Efendim, maksimalist talepler olmasın.’ Hangisi maksimalist talep? Demokrasi istemek, kardeşlik istemek, eşitlik istemek ne zamandan beri maksimalist talep oldu? Bir maksimalizm varsa dünkü söylemiyle bugünkü söylemi arasında yaşadığı farktan onu Sayın Devlet Bahçeli bir yıl önceki prompter konuşmasıyla bugünkünü karşılaştırarak; hatta prompter’dan çıkıp da kullandığı ifadelere bakacak önce. Ama diğer taraftan bu ülkenin gençlerinin birlikte yaşama iradesi var. Kürt’üyle, Türk’üyle, Laz’ıyla, Çerkes’iyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle bu ülkenin gençlerinin çağı yakalaması lazım, teknolojiye erişmesi lazım, en iyi eğitimi alması lazım. Hiçbir çocuğun doğduğunda kapatamayacak kadar bir farkla öbüründen geride doğmaması lazım. Eğitimle, beslenmeyle bütün imkanlarıyla bu ülkenin bütün gençlerinin geleceğe güven duyması lazım. Vize sorunundan kurtulmak, teknolojiye erişim sorunundan kurtulmak, dünyanın en pahalı internetinden kurtulmak, okula aç gidip aç dönen çocuk sorunundan kurtulmak lazım.
“Bu iş, 80 yaş üzeri üç-dört kişinin akran dayanışmasına kurban edilemez”
Bunun için hep beraber barış, kardeşlik; kaynakları doğru yere harcamak lazım. Bu iş 80 yaş üzeri üç-dört kişinin akran dayanışmasına kurban edilemez. Barış, kardeşlik, kalkınma, iş, aş, ortak bir gelecek için ben 40’lı yaşlarını yeni doldurmuş birisiyim, hem vallahi hem billahi ben de yaşlıyım. Dünyada böyle bir şey kalmadı. Bugün dünyayı 20’li yaşlarını tamamlayan, iyi eğitimi, 30’lu yaşlarının başından cayır cayır beyinler ülkelerini şaha kaldırıyor. Demokraside de şaha kaldırıyor, kalkınmada da kaldırıyor. Bakmayın Amerika’nın başındaki soruna, bakmayın dünyayı yöneten otoriterlerin yaşına. Bu iş 80 yaş üstülerin akran dayanışmasıyla değil; Cumhuriyet’in tanımlamasıyla ‘her yaştan gençler’in omuz omuza mücadelesiyle olacak.
“İç barışımızın önündeki en büyük engel 19 Mart darbesi”
İç barışımızın, huzurumuzun, refahımızın önüne sürülen en önemli engellerden birisi 19 Mart darbesi. Üzerinden 209 gün geçti. Geçen hafta burada suçlanan arkadaşlarımızın ailelerinin vicdanı adına, ‘Hodri meydan. Dönüp dönüp aynı iftiralar. Hak etmediğinizi duyarsak, hak ettiğinizi duyarsınız’ dedik. O günden bugüne duyuyorsunuz sesi, duyuyorsunuz tonu, duyuyorsunuz tehdidi. Ama hep başka yerden, hep başkasına güvenerek, hep başka tehditlerle. Ne dediğimizi, nerede durduğumuzu ve kimin onurunu nasıl koruduğumuzu biliyoruz. 209 gün geçmiş, 209 günde, 209 yalan attılar, her sabah yenisini, hepsini çürüttük. ‘Bir delikli kör kuruş’ dedim, bugün emsal olmuş bazı metinlere. Bir delikli kör kuruş çıkmadı bizden. Ama birilerinin odalarından, elbise torbalarından, ayakkabı kutularından çıkan paraları önce, ‘FETÖ’cüler koydu’ deyip sonra faiziyle geri aldıklarını bu millet unutmadı. ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’cılar bir yana, çalmadan çalışanları çekemediğinizi, memnuniyet anketlerine hazmedemediğinizi biliyoruz. Bir yandan da Türkiye’nin kurtuluş umudunda kimin adı geçiyorsa ona saldırmaktan çekinmiyorlar.
“Mansur Başkan’ın bir kuruşa el uzatmadığını bildikleri halde konserlerden yolsuzluk çıkarmaya çalıştılar”
Dün Ankara’nın başkent oluşunun 102’nci yılını kutladık. Atatürk’ün karargahı; kuruluşu, kurtuluşu örgütlediği Ankara altı buçuk yıldır Mansur Başkan’a emanet. Bundan rahatsızlar. Nasıl İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, yıllar sonra hiç seçim kaybetmeyen Erdoğan’a biri Beylikdüzü’nde, üçü İstanbul Büyükşehir‘de seçim kaybettirdiyse; Mansur Yavaş da burada, hem de artık Ankara’yı parsel parsel sattıklarını kendi başbakan yardımcıları, Meclis başkanları, AKP’nin kurucu kadroları kabul etmişken; Ankara’yı onlardan alan, temiz yöneten, ‘Az laf, çok iş’ diyen, yavaş yavaş ama büyük bir azimle Ankara’yı içinde bulunduğu rezaletten kurtaran birisine, şimdi tek bir kuruşa el uzatmadığını bildikleri halde bayram kutlamaları ve konserlerden yolsuzluk çıkarmaya çalıştılar. Mansur Başkan iç denetim yaptırmıştı, sorumluluğunu yerine getirmişti. Oradan bir şey çıkmadı. Sayıştay geldi, denetledi. Tertemiz. Mülkiye müfettişleri aylarca araştırdı, hiçbir şey yok. Çıkan iddianamede Mansur Başkan’ın adı yok, ne sanık ne tanık. Ama başsavcılık bakanlıktan soruşturma izni istiyor. Neden? Devlet memurluğu kanunu. ‘Acaba etkili soruşturma yürüttü mü’ diye soracak. Ama bunun üzerinde tepinen bir anlayış, bir algı yönetimi yaratmaya çalışıyor.
“FETÖ’cülüğü boyunu aşmış Melih Gökçek, hesap verdi mi”
Yolsuzlukları öyle tuğla gibi değil, briket gibi kitap olmuş Melih Gökçek, iki tane briket gibi kitap var. 97 yolsuzluk dosyası savcılığın önünde duruyor. Ankara’yı parsel parsel satana soruşturma yok. ‘Metal yorgunluğu var sende’ dediler. Ne demek metal yorgunluğu? ‘Sen görevi bırak, yerine başkası gelecek.’ Direndi biraz. Sırıttı biraz kaypak kaypak. Tehdit ettiler. ‘Gereğini yapmazsan biz yaparız.’ Buradan vicdan sahibi bütün siyasetçilere soruyorum ve milletimizi şahit tutuyorum: Bir genel başkan, Özgür Özel, CHP’li bir belediye başkanına, ‘İstifa et, etmezsen ben yaparım gereğini’ dese ne yapabilir? Partisinden atabilir. Başka hiçbir şey yapamaz. Belediye başkanını millet seçmiş, yerinde oturur, yönetir. Çok çok partiden atarsın. Tayyip Erdoğan Melih Gökçek‘e ‘İstifa etmezsen gereğini biz yapacağız’ dedi. Melih Gökçek bu tehdit karşılığında istifa etti. ‘Gereğini yapacağız’ demek nedir? O kişi ya FETÖ’cüdür, kayyım atarsın o günkü mevzuatla. Ya yolsuzluk vardır, yargılarsın. Bir mahkemeye çağrılıp bir kelime soruldu mu Gökçek‘e? Bir soruşturma açıldı mı? FETÖ’cülüğü boyunu aşmış, hesabını verdi mi? Yolsuzluğun bini bir para, bütün AK Partililer biliyor. AK Parti’nin bakanları söylüyor. Buna bir kişi bir şey dedi mi? Örneği çoktur ama hani kirlenmekte birinciliği beyaza vermişler, AK Parti’de kirlenmekte birinciliği birine verecek olsan Melih Gökçek dışında ikinci bir isim söyleyebilecek biri var mı? Melih Gökçek’e dokunmayacaksın, dönüşünde 97 dosyasıyla her şeyi ispatlayan, tek suçu bu millete hizmet etmek olan, beş yıl sonra kantara çıkınca yüzde 60 basan, Ankara’da yaşayan herkes yüzde 60’la Mansur Yavaş‘ı seçmiş. Sen ona karşı kumpas kuracaksın. Ekrem Başkanımızın da bütün arkadaşlarımızın da burada yapmaya çalıştıkları algı yönetimine inat Mansur Başkanımızın da sonuna kadar yanlarındayız, arkalarındayız ve bütün gücümüzle de yanlarında olmaya devam edeceğiz.
“Eski, gitmemek için; yeni gelmesin diye her şeyi deniyor”
Bir yanda da öyle bir süreçteyiz ki yeniyle eskinin mücadelesinde, eski gitmemek için, yeni gelmesin diye her şeyi deniyor. Ayşe Barım’ı hakim salıyor. İnat o ya, korku salacak ya. Başka mahkemeden tutuklama çıkarıp hasta yatağındaki kadını Silivri’ye götürmeye çalışıyorlar. Açık kalp ameliyatı olması gerekiyor. Sendikacıları alıyorlar, diğer sendikacılar sinsin diye. Gazetecileri alıyorlar, muhabirleri alıyorlar, gazeteciler korksun diye. YouTube’da şaka yaparken saniyelik şakaya güldü diye içeride tutuklu YouTuber var. Fatih Altaylı’nın sözlerinden Cumhurbaşkanı’na fiili taarruz çıkardılar. Her birisi içeride işlediği suçtan değil, ibreti alem olsun diye yatırılan birileri var. Şimdi de orada, önceki dönemlerde AK Parti’den bir milletvekili var. Neden? Geçmişte gazetecilik yapmış, yazmış, çizmiş. Partiye davet edilmiş, danışmanlıklar yapmış, milletvekilliği yapmış ve şimdi onu Sincan Cezaevi’ne attılar. Buradaki savcıyla değil, İstanbul’daki savcı ‘Alın evinden’ dedi, Türkiye Başsavcısı ya. SEGBİS’le ifade aldı, Sincan’da hücreye attı. Sırf ne olsun diye? AK Parti’de geçmişte siyaset yapıp da ‘Buna yanlış’ diyenler AK Parti kitlesinde etkili olabilir, hepsi birden sinsin diye.
“Eski AK Parti milletvekili, şimdi AK Parti’yi sadece eleştiriyor diye hapse konulabiliyor”
Elimde Sayın Hüseyin Kocabıyık’ın tutuklanmasına sebep ifadeler var. Bunlar Cumhurbaşkanı’na hakaretmiş. Bunu tarih önünde, Türkiye’de bu rejim neye tenezzül etti, bu Meclis’in kayıtlarına geçsin diye söylüyorum: Önceki AK Parti milletvekili diyor ki İstanbul Nöbetçi Ceza Hakimliğine, 21 Eylül tarihli paylaşımında tutuklanmasına gerekçesine ifade: ‘Bir iktidar sahibi düşünün, rakibinden korktuğu için onu hapse atarak kurtulmak istiyor.’ Birinci suçu bu. 21 Eylül 2025 diğer paylaşımında: ‘Tek adam siyaseti muhalefeti güçlendirdi, birleştirdi. Özgür Özel gibi önüne konan siyasi barikatları yıkıp geçen bir liderin ortaya çıkmasına neden oldu. Şimdi tek adam rejiminin oynayacağı tek bir oyun kaldı. CHP’ye kapatma davası açmak. Bakalım, bu çılgınlığı da yapacaklar mı?’ İkinci suçu bu. Üçüncü suç, 25 Eylül günü: ‘Bilmemek ayıp değil. Trump Erdoğan’ın Suriye’de 2 bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledi, Erdoğan Suriye’de 2 bin yıldır yapılmayan neyi yaptı? Gerçekten bilmiyorum, öğrenmek istiyorum. Yahudi Devleti’nin Suriye’nin bir bölümünü işgal etmesini mi kastediyor?’ 19 Mart 2025, bugünlerde dediklerinden gaza gelip hırsını alamayıp 19 Mart’a gitmiş: ‘Recep Tayyip Erdoğan geleceğin yer burası mıydı? Biz bunlar için mi mücadele ettik? Bunlar için mi mahkemelerde süründük yıllarca? Sen aslında kendine darbe yapıyorsun, haberin yok.’ ‘28 Şubat’ta Tayyip Erdoğan’a yapılan nasıl bir tür darbe ise İmamoğlu’na yapılan da darbedir. Bakın size anlatayım: Demokrasilerde kurallar, partiler, rekabet, tartışma, müzakere, sandık vardır. Tüm bu unsurların üzerinde; kaynağın milletten, rıza ve meşruiyet şartı vardır. Siz demokratik rekabete eşitlik, dürüstlük, meşru tahammüllere uygun siyasi mücadele yapanlara saldırırsanız bu demokrasi değildir.’ Bu laflar Cumhurbaşkanı’na hakaretmiş arkadaşlar. Önceki dönem bir AK Parti milletvekili şunları söyledi diye, şu anda Sincan Cezaevinde. Babamın oğlu değil. Geçmişte siyaset yapmadım. Geçmişte bizi ağır eleştiriyordu. Ama şimdi AK Parti’yi sadece eleştiriyor diye hapse konulabiliyor.
“CHP verdiği mücadeleyle kendisini koruyor değildir. Koruduğumuz bu ülkeye getirdiğimiz demokrasidir”
Onun için buradan şunu söyleyeceğim: Bugün Türkiye’de yapılanlar, sadece CHP’ye yapılan bir iş değil. Siyaset kurumuna yapılıyor, sandığa yapılıyor, fikir özgürlüğüne yapılıyor. ‘Bugün hedef CHP’dir.’ Dün DEM’di, bugün CHP, yarın işine gelmediğinde bir başka siyasi parti. Bu ülkede hem DEM’in hem Zafer Partisi’nin genel başkanları aynı anda hapis yattı. Aynı yerde yan yana düşmeyecek isimler ama ortak yönleri bu iktidarın karşısında olan isimler. Bunun için buradan büyük bir samimiyetle söylüyorum: CHP verdiği mücadeleyle kendisini, partisini, belediye başkanlarını, üyelerini koruyor değildir. Koruduğumuz bu ülkeye getirdiğimiz demokrasidir, fikir özgürlüğüdür. Bugün yaptığımız bu yürüyüş, Türkiye’yi 100 yüzyıl sonra 100 yıl öncekine götürmemeleri içindir. Biz bu ülkeyi hata yapmaya müsait, yaşı kaç olursa olsun, dimağı ne hale gelmiş olursa olsun, kararı tek başına veren ya da etrafının etkisiyle veren tek adamların yaptığı hatalardan dolayı uğramış işgalden kurtardık. Savaşı kazanıp geldiğinde 40 yaşında değildi. Amerikan tipi başkanlık vardı Amerika’da örnek, reddetti. Yıldız Sarayı’nda padişahlık mı, reddetti. İngiliz tipi krallık mı, reddetti. Dedi ki ‘Biz bir Meclis kurduk, ne vazife verirse onu yaparız. Hesabı da millete veririz.’ ‘Kalıcı Cumhurbaşkanı ol’ dediler. ‘İktidarımın kalıcılığını değil, Türkiye’de millet iradesinin kalıcılığını istiyorum’ diyen birinin kurduğu ülkede yaşıyoruz.
“Bu memleketin yarınları size değil, bu memleketin evlatlarına, tüm gençlerine emanettir”
Onun yüzünden 80 yaş üstü akran dayanışmasıyla düşecekken biri, onu omzundan tutanları, birbirine meşruiyet verenleri, Türkiye’nin geleceğini ve gençlerinin geleceğini kendi ihtiraslarına, kendi yorgunluklarına, kendi tükenmişliklerine feda edenleri buradan uyarıyoruz: Bu memleket size feda edilecek kadar kolay kazanılmadı. Bu memleketin yarınları size değil, bu memleketin evlatlarına, tüm gençlerine emanettir. Hep birlikte kurtulacağız. Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz.”