(TBMM) – TBMM’de oluşturulan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda Cumartesi Anneleri dinlendi. Cumartesi Anneleri adına konuşan ve babasından ‘beyaz Toros” ile kaçırıldıktan sonra haber alamadıklarını söyleyen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun, gözyaşları içinde yaşadıklarını anlattı. Besna Tosun, “Bizler çocuktuk, Galatasaray Meydanı’nda büyüdük, çocuklarımız o meydanda doğdu. Şimdi üç kuşak hep birlikte kaybedilen yakınlarımız için adalet arıyoruz. Bu mücadele bize ailemizden miras kaldı. Biz bu adaletsizlikle mücadele etmeyi çocuklarımıza devretmek istemiyoruz. Bizler ne sevdiklerimizi bulabildik ne de onlardan geriye kalanların boşluğunu doldurabildik. Bitmeyen sonsuz bir acıya, sonsuz bir mateme mahkum edildik” dedi.
Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında beşinci toplantısını gerçekleştiriyor. TBMM Tören Salonu’ndaki toplantının birinci oturumunda Cumartesi Anneleri adına Besna Tosun, Maside Ocak Kışlakçı ve İkbal Yarıcı konuştu. Numan Kurtulmuş, Cumartesine Anneleri’ne toplam 30 dakika süre verdi.
Yarıcı: “Bu psikolojik işkencenin üzerimizdeki yükünü düşünmenizi istiyorum”
Cumartesi Anneleri adına ilk olarak konuşan, Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Yarıcı şunları söyledi:
“Burada bulunmamın nedeni yaşam hakkı elinden alınan ağabeyim Hayrettin Eren ve tüm gözaltında kaybedilenler için adaletin sağlanması ve akıbetlerinin açıklanmasının yolunun açılması içindir. Hayrettin Eren 1954 doğumlu İngilizce öğretmeni ama hiç İngilizce öğretmenliği yapamadı. Ağabeyim 21 Kasım 1980 tarihinde arkadaşı Ahmet Öztürk ile buluşmak üzere babama ait araba ile Saraçhane’deki Haşim İşcan geçidine gitti. Polis burada iki arkadaşın buluşması sırasında Hayrettin Eren’i gözaltına aldı. Annem ve babam karakola gitti. Polis gözaltı defterine bakarak Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildiğini söyledi. Oraya gidildiğinde ‘burada yok’ dediler. Oysa arabamız emniyetin bahçesindeydi. Annem gidip sorduğunda annemi tartakladılar. Sonra ise Hayrettin Eren’i gözaltına almadık dediler. O dönem askeri darbe dönemiydi, başvurabileceğimiz hiçbir yer yoktu. Gözaltı süresi 90 gündü. Askeri ve sivil cezaevlerini dolaştık, hiçbirinde yoktu. İlgili kurumlara başvuran anneme Milli Güvenlik Konseyi’nden bir cevap geldi. ‘Hayrettin Eren aranmaktadır, gözaltına alınmamıştır’ diye cevap geldi. Birlikte gözaltına alınan Ahmet Öztürk ‘birlikte alındık birlikte yargılanmamız gerekir’ diye dilekçe verdi ama buna da bir cevap gelmedi.
İç hukuk yollarını tüketmediğimiz için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuramadık. Her askerlik döneminde abime celp geldi. Bu psikolojik işkencenin üzerimizdeki yükünü düşünmenizi istiyorum. Bu süreçte yapabileceğimiz tek şey bu şekilde basın açıklamalarıydı. Yıllar geçti annem karanfil koyabieceği bir mezara razı oldu. 2011 yılında Recep Tayyip Erdoğan başbakanlığı döneminde anneleri kabul etmişti. O görüşmeden sonra annem ‘artık oğlumun bir kemiğine razı oldum’ demişti.
“Hayrettin Eren’in yaşam hakkı, mezar hakkı elinden alındı”
Babamı 2012 yılında kaybettik. Veraset ilanı için mecburen başvurduk ama abim olmadığı için bürokratik işlemleri başlayamıyordu. Hiç istemeyerek gaiplik davası açtık. Hayrettin Eren gaip olarak ilan edildi. Hayrettin Eren için iç hukuk yolları tüketilemediği için 12 Eylül darbecilerinin yargılandığı mahkemeye de biz başvuramadık. 1995 yılında bütün kayıp yakınlarıyla birlikte bir araya gelerek bütün Cumartesi Anneleri’yle birlikte Galatasaray’da mücadelemizi sürdürmeye başladık. Annem de iki gözü açık olarak bize veda etti. Biz annemin ve yakında kaybettiğimiz Emine Anne’nin de mücadelesini ve mücadelemizi sürdürüyoruz. Hayrettin Eren eğer bir suç işlediyse onun yargılanmasını sağlamaktı. Böyle olsaydı yasalar çerçevesinde yargılanır, ceza gerektiriyorsa cezasını çeker yoksa aramıza dönerdi. Hayrettin Eren’in yaşam hakkı, mezar hakkı elinden alındı. Hayrettin Eren’in kaybedilmesinin sorumluları bellidir. Hayrettin Eren’in faili olarak yargılanmalarını ve abimin akıbetinin açıklanmasını istiyorum. Bu komisyonun çözüm odaklı ve samimi olduğuna inanmak istiyorum. Bu yaraların iyileştirilmesi gerekir.”
Kışlakçı: “Ağabeyimi kimsesizler mezarlığından çıkararak toprağa verdik”
Gözaltında kaybolduğu belirtilen Hasan Ocak’ın ablası Maside Ocak Kışlakçı, şunları söyledi:
“Ağabeyim ablamın doğum günü için balık ve pasta alacağını söyledi ve bir daha evimize dönemedi. Ağabeyimi gözaltında gören, listelerde adını okuyan tanıklar vardı ama gözaltına alındığı kabul edilmedi. Ağabeyimden önce gözaltında kaybedilenlere verilen cevaplarla karşılaştık. Emniyet, Savcılık, Valilik, Meclis, İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm mercilere başvuru yaptık. Ağabeyimin varlığı ağız birliği ile inkar edildi. 58 gün sonra Adli Tıp Kurumu’nda ağabeyimin işkence izleri apaçık görülen cansız bedenine ait fotoğraflara ulaştık. Hasan ağabeyimin işkenceden geçirilmiş cansız bedeni, gözaltına alındıktan beş gün sonra Beykoz’da bir ormanlık alanda bulunmuş köylüler tarafından. Jandarma tutanağına göre bulunduğunda ağabeyimin ayakkabı bağcıkları, kimliği, kemeri, saati üzerinde yokmuş. Ellerinde parmak izi alınırken kullanılan mürekkep izleri varmış. Tanıklar da ağabeyimi gözaltında gördüklerini söylüyordu. Adli Tıp otopsi raporunda ağabeyimin cansız bedenindeki işkence izlerini tek tek yazmış ölüm nedeni olaraksa tel veya iple boğma olarak kayıtlara geçirilmiş. Ağabeyimi gömüldüğü kimsesizler mezarlığından çıkararak kendi geleneklerimize göre toprağa verdik.
Başvurularımız takipsizlik kararlarıyla kapatıldı. İç hukuktan sonuç alamayınca AİHM’e başvurduk. Cansız bedenlerinin bulunduğu yer olması nedeniyle ağabeyimin soruşturma dosyası hala Beykoz Adliyesi’nde. Tanıklar, deliller ortada olmasına rağmen sorumluluğu bulunan Korkut Eken, Mehmet Ağar, dönemin yöneticileri Tansu Çiller de dinlenmedi. Davanın zaman aşımına uğraması için bekletildiği açık. İç hukuktan hiçbir sonuç alamamış olmamız bizi bir araya getirdi. Gözaltında kaybedilen insanlarımız için barışçıl buluşmalar gerçekleştirdik. Ancak bu buluşmalarımız ağır polis şiddetiyle karşılaştı ve Galatasaray Meydanı demir bariyerlerle kapatıldı ve bir polis noktasına dönüştürüldü. Geçen ay annem Emine Ocak aramızdan ayrıldı. Biz kaybedenler ceza alana kadar vazgeçmeyceğiz. Cezasızlık faillerin ödüllendirilmesidir. Bu komisyonda somut adımlar atılmasını istiyoruz.”
Besna Tosun gözyaşları içinde anlattı: “Babam ‘beni götürüp öldürecekler’ diye bağırdı”
Konuşması sırasında zaman zaman gözyaşlarını tutamayan Besna Tosun ise şunları söyledi:
“30 yıldır babasına mezar arayan bir evlat olarak konuşuyorum. Babam Fehmi Tosun yakın arkadaşı Hüseyin Aydemir ile bereber Avcılar’daki evimizden çıktılar. Aynı günün akşamı kuzenimle beraber saat 19.05 civarı evimize dönerken evimizin önünde beyaz Toros marka bir araç olduğunu ve bu aracın önünde dört kişinin beklediğini fark ettik. Araca yaklaştığımızda bu dört kişiden birinin babam olduğunu fark ettik. Babam bizi görmedi ama yanındaki kişilerden birisi bizleri gördü ve diğerlerini uyardı. İki kişi babamın koluna girerek babamı ışıklandırmasız bir bahçeye götürdüler. Aracın yanına yaklaştığımda önce bahçeye baktım ve babamı görmeye çalıştım. Dönüp aracın yanında duran kişiye baktım babamın arkadaşı olduğunu düşünerek gülümsedim o da bana gülümsedi. Ve ben 30 yıldır hayatımızı cehenneme çeviren bu gülüşle yaşıyorum. Sonra eve çıktım ve anneme misafirlerimizin geldiğini söyledim. Annem balkona koştu ve aşağıya baktığı sırada iki kişinin babamın koluna girerek zorla arabaya bindirdiğini görmüş. Babam ‘beni götürüp öldürecekler’ diye bağırdı. Aynı anda annemin ve babamın çığlıklarını duyduk.
“Bitmeyen sonsuz bir acıya, sonsuz bir mateme mahkum edildik”
Olay bütün mahalleninin gözü önünde gerçekleştirildi. Babam araca zorla bindirildi ve peşinden koşsak da yetişemedik. O sırada orada olan ve dershaneden dönen bir öğrenci aracın plakasını almıştı. 30 yıldır hala o aracın peşinden koşuyoruz. Polisi aradık, bize ‘bu plaka sahte, bulamazsınız’ demişlerdi. O günden sonra bütün resmi makamlara başvurduk ancak hiçbirinden sonuç alamadık. Polisin sahte dediği plakayı yıllar sonra İçişleri Bakanlığı’na sorduğumuzda ‘özel yaşamın gizliliği’ gerekçesiyle bize bu aracın bilgisini vermedi. Dosyamız kapatıldı itirazlarımız reddedildi. Anayasa mahkemesine itirazımızdan bir sonuç elde edemedik. 30 yıldır tanık olarak da dinlenmedik.
Bizim yasımızı dile getirmemiz bile yasaklandı. Annem Galatasaray Meydanı’nda yaşlandı. Hayatta kalanlarsa sağlık sorunları nedeniyle evlerinden çıkamıyorlar. Bizler çocuktuk, Galatasay Meydanı’nda büyüdük, çocuklarımız o meydanda doğdu şimdi üç kuşak hep birlikte kaybedilen yakınlarımız için adalet arıyoruz. Bu mücadele bize ailemizden miras kaldı. Biz bu adaletsizlikle mücadele etmeyi çocuklarımıza devretmek istemiyoruz. Bu ülkenin bütün çocukları için özgürce yaşayabilecekleri, eşit, adil bir ülke bırakmak istiyoruz. Elbette ölüm hepimiz için kaçınılmaz bir sondur. Ağlarsınız, sızlarsınız içiniz yana yana onu toprağa vererek vedalaşırsınız. Bilirsiniz ki onun artık yeryüzünde bir mekanı vardır. Acınızı yaşar, yasınızı tutar zamanla kabul edersiniz. Zorla kaybedilmek ise ölümle yaşam arasındaki çizginin silinmesi demek. Biz ne yaşıyor ne de öldü diyebiliyoruz. Bizler ne sevdiklerimizi bulabildik ne de onlardan geriye kalanların boşluğunu doldurabildik. Bitmeyen sonsuz bir acıya, sonsuz bir mateme mahkum edildik. Kaybettiğimiz sevdiklerimizi bulmamız ve usulüne uygun toprağa vermemiz gerekiyor. Ziyaret edebileceğimiz bir mezar olması gerekiyor. Sorumluların yargılanması ve hak ettikleri cezayı alması gerekiyor. Babamın ölüp ölmediğini bilmiyorum. Bu acının artık son bulmasını istiyoruz.”