(TBMM) – Diyarbakır Barosu Başkanı Abdulkadir Güleç, Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yaptığı konuşmada, “Bu komisyon her ne kadar Meclis çatısı altında dahi olsa kendine özgü bir çalışma programı doğrultusunda hareket edebilmelidir. Kürt meselesinin çözümü tarafların kendisini hiçbir kısıtlama ve sansür olmaksızın anlatabilmesi ile mümkündür. Gerçeğin birinci ağızdan doğru anlatımı, diğer tarafı da dinlemeye ve anlamaya teşvik edecektir. Çok açıktır ki bu toplumun birbirini dinlemeye ve anlamaya ihtiyacı vardır. Bunu başarmadan atılacak adımlar, toplumda belli kırılma noktaları yaratarak bizleri geri dönüşü olmayan yollara sevk edebilir” dedi.
Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında altıncı toplantısını gerçekleştiriyor. Toplantıda, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ın konuşmasının ardından Türkiye’deki baroları temsilen gelen baro başkanlarının konuşmalarına geçildi.
Toplantıda konuşan Diyarbakır Barosu Başkanı Abdulkadir Güleç, Diyarbakır Barosu’nun toplantıya davet edilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’yi anan Güleç, “Tahir Elçi’nin Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl yollarla çözümü için yürüttüğü hukuk ve insan hakları mücadelesinin kıymetini bugün bir kez daha anlıyoruz” dedi.
TBMM çatısı altında kurulan komisyonun çalışmalarının, ülkenin yakın tarihine ilişkin önemli bir hafıza oluşturacağını ve bunun son derece kıymetli olduğunu söyleyen Güleç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ancak bu komisyonun yalnızca bir hafıza oluşturmanın ötesine geçerek aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda etkin bir rol üstlenerek yapılan aktarımlar ve yürütülecek diğer çalışmalarla hem Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin hem de Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl yollarla çözümünün adeta bir mutfağı haline gelmesi bizce büyük önem taşımaktadır.
Ekim 2024’te başlayan süreç, 11 Temmuz 2025’te Irak Kürt Federe Bölgesi’nin Süleymaniye kentinde PKK’nin üst düzey yöneticileri ve üyelerinin silahları yakmasıyla önemli bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Düzenlenen silah bırakma töreni, Kürt meselesinin şiddet yoluyla çözümü anlayışının terk edildiğini göstermekte ve kalıcı barışın kapısını aralamaktadır. Bu gelişme, cezaevlerinde tutulan binlerce kişi ile Avrupa’da yurdundan uzakta adeta sürgün hayatı yaşayan yurttaşların toplumsal ve siyasal yaşama yeniden katılımını sağlamak amacıyla özel bir yasanın çıkarılmasını da zorunlu kılmaktadır.
Toplumsal psikolojiyi olumlu etkilemenin yolu, katkı sunabilecek herkesin bu sürece katılmasından ve kimseyi dışlamayan bir iletişim kurulmasından geçmektedir. Ne var ki Kürtlerin en demokratik ve meşru hak talepleri, yanlış algılar üzerinden kimi kesimlerce nefret diliyle reddedilmiş, bu da toplumu derin biçimde ayrıştırmıştır. Kürtler, yalnızca hak arayışlarını dile getirdikleri için adeta düşmanlaştırılmış, talepleri ise çeşitli yaftalamalarla itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Komisyonunuz, ayrıştırıcı bu dili reddederek toplumsal kesimleri yeniden bir araya getirmeli; barışın dilini, çözümün dilini, hukukun ve demokrasinin evrensel değerlerini esas alan kapsayıcı bir anlayışla geliştirmelidir.
Bir önceki oturumda Diyarbakırlı bir Barış Annesi, evladına dair acısını Kürtçe anlatmak istediğinde buna izin verilmemesi, aslında Kürt meselesinin özünü ortaya koymaktadır. Bir annenin evladına dair acısını en iyi bildiği diliyle anlatabilmesi, insani bir haktır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 8 dilde yayımladığı hutbenin Kürtçe yayınlanmaması gibi Kürtler açısından incitici bir durumdur. Kadınların can güvenliğinin tesisi amacıyla geliştirilen KADES uygulamasına Kürtçe dilinin eklenmesi Baromuzca dava açılması sonucu gerçekleşmiştir.
“Devlet ve bütün devlet kurumları Kürtçeyle barışmalıdır”
Meclis, halkın ve milletin sesi olan en temel kurum olarak, böyle bir ana dili kullanımına inisiyatif alarak izin verebilseydi, bu tutum Kürtçe’nin normalleşmesi ve barışın dili olması bakımından çok kıymetli bir adım olabilirdi. Kısıtlayıcı düzenlemelere rağmen, kamusal alanda da kısmen kullanılan bu dil, hayatın içinde zaten varlığını sürdürmektedir. Bu sorunların bir daha yaşanmaması Kürtçe anadilde eğitim hakkının tanınmasıyla mümkündür. Devlet ve bütün devlet kurumları Kürtçeyle barışmalıdır.
Bu komisyon her ne kadar Meclis çatısı altında dahi olsa kendine özgü bir çalışma programı doğrultusunda hareket edebilmelidir. Kürt meselesinin çözümü tarafların kendisini hiçbir kısıtlama ve sansür olmaksızın anlatabilmesi ile mümkündür. Gerçeğin birinci ağızdan doğru anlatımı, diğer tarafı da dinelemeye ve anlamaya teşvik edecektir. Çok açıktır ki bu toplumun birbirini dinlemeye ve anlamaya ihtiyacı vardır. Bunu başarmadan atılacak adımlar, toplumda belli kırılma noktaları yaratarak bizleri geri dönüşü olmayan yollara sevk edebilir.”
“Yaşadığımız bu yeni süreçte, Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl yollarla çözümü için Meclis’te kurulan komisyon, geçmişle yüzleşme ve hakikatin ortaya çıkarılması amacıyla gerekli alt komisyon ve mekanizmaları oluşturmalıdır” diyen Güleç, Güney Afrika, Kuzey İrlanda ve benzeri süreçlerin çokça deneyim sunduğunu ifade etti.
“Acil ve somut adımlar gerekmektedir”
Bu sürecin yalnızca toplumsal barışın ve adaletin tesisi açısından değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın sağlıklı biçimde kayıt altına alınması açısından da hayati önem taşıdığını vurgulayan Güleç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dünya deneyimleri, benzer çatışma ve toplumsal travma süreçlerinde kurulan hakikat ve uzlaşma komisyonlarının hem toplumsal uzlaşıyı hem de hukuki süreçleri desteklediğini göstermekte olup, bu deneyimler Türkiye’deki çözüm sürecine önemli veriler ve yöntemler sunmaktadır. Bu kapsamda acil ve somut adımlar gerekmektedir. Öncelikle, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanması zorunludur. Bu kararların uygulanmaması nedeniyle cezaevinde tutulan Sayın Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay, Bekir Kaya, Figen Yüksekdağ ve benzeri birçok mahpusun tahliyelerinin sağlanması, ilgili komisyonun öncelikli önerileri arasında yer almalıdır. Hasta mahpusların durumu son derece kritiktir. Hasta mahpusların tahliye edilmelerini mümkün kılacak düzenlemelerin yapılması gerekir. Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu kararıyla şartla salıverme, tahliyelerin önünü kesen bir uygulama olup bu uygulamadan vazgeçilmelidir. Kurul yeniden yapılanmalı, hukukçuların ağırlıkta olduğu bir kurul haline getirilmelidir. Belediyelere kayyım atamaları, belediye başkanlarının görevden alınması uygulamalarına son verilmeli ve seçilmiş kişiler görevlerine iade edilmelidir. Türkiye, 45 yıldır darbe anayasasının gölgesinde yaşamaktadır. Bu anayasa, darbenin otoriter ruhunu ve tekçi zihniyetini koruyarak, toplumsal barışı, eşit yurttaşlığı ve çoğulcu toplumsal yapımızı güvence altına alamamaktadır.
“Yeni bir anayasa artık bir tercih değil, tarihsel bir zorunluluktur”
Yeni bir anayasa artık bir tercih değil, tarihsel bir zorunluluktur. Toplumsal uzlaşıya dayalı, özgürlükleri esas alan ve herkesin kendini eşit yurttaş olarak görebileceği bir anayasa; anadilde eğitimin önünü açacak, 1921 Anayasası’nda yer alan adem-i merkeziyetçi ruhu esas alan bir anlayışı hayata geçirecek ve Kürt meselesinin barışçıl çözümüne imkân sağlayacaktır. İşte bu, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kalıcı toplumsal barış için en acil ve hayati adımdır.
Yeni bir anayasa ile birlikte seçim yasası ve Siyasi Partiler Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, İnfaz Kanunu başta olmak üzere, birçok kanunda gerekli hukuki düzenlemeler yapılmalı, Meclis’in sadece iktidarın değil, muhalefetin de etkin rol alabildiği, halkın gerçek sesini yansıtan ve politika üreten yasama organı olarak işlev göreceği bir mekanizmaya dönüştürülmesi sağlanmalı ve Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sunacak, Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden kaynaklı çekince koyduğu ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gibi uluslararası sözleşmelerle ilgili çekinceler kaldırılarak toplumsal barış ve eşit yurttaşlık güçlendirilmelidir. Mevzuat gözden geçirilerek uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmeli ve kadın özgürlüğünü esas alan, çocukları ve kadınları şiddete karşı gerçek manada koruyacak yasal önlemler yaşama geçirilmelidir.”
Abdulkadir Güleç, komisyonun, Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine ve yargının bağımsızlığına katkı sunacağına inandığını dile getirdi.