(TBMM) – MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Dertleri söylediğimiz gibi aynısıyla derman olmanın gayretinde olacağız, yaralı gönüllere şifa dağıtacağız, hüzünlü bakışlara umut aşılayacağız, suskun ve durgun kalplere aydınlık saçacağız. Dertler sağanak sağanak da olsa biz varız ve buradayız. Sorunlar yumak yumak olsa da biz varız ve her zaman milletimizin yanında ve hizmetindeyiz. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’yız. Hiç kimseyi dertleriyle baş başa bırakmayız. Yağan kar bile olsa sevdamızla karın ve tipinin önüne geçeriz. Siyasetimizin öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi de millettir, yani büyük Türk milletidir” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında MHP olarak seferberlik ruhuyla, taviz vermeden her insana ellerini uzattıklarını belirterek, şunları kaydetti:
“Dertleri söylediğimiz gibi aynısıyla derman olmanın gayretinde olacağız, yaralı gönüllere şifa dağıtacağız, hüzünlü bakışlara umut aşılayacağız, suskun ve durgun kalplere aydınlık saçacağız. Her haneye huzur ve bereket penceresini açacağız. Bunun için geceyi gündüze katacağız. Biz, dertleri bileceğiz, yüreklere gireceğiz, yüreklerimizi muhakkak birleştireceğiz. Dertler sağanak sağanak da olsa biz varız ve buradayız. Sorunlar yumak yumak olsa da biz varız ve her zaman milletimizin yanında ve hizmetindeyiz. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’yız. Çareler kesildi mi güneş ışıksız doğarmış, nasipler kesildi mi ağustosta kar yağarmış. Gerekirse güneş olur hem ışıtır hem ısıtırız. Hiç kimseyi dertleriyle baş başa bırakmayız. Yağan kar bile olsa sevdamızla karın ve tipinin önüne geçeriz. Siyasetimizin öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi de millettir, yani büyük Türk milletidir.
“Sistemsel çöküş neredeyse kaçınılmazdır”
Askeri ve siyasi anlaşmazlıkların dalga boyu oldukça yüksektir. Maalesef sağduyunun saf ışığı ve taze nefesi kesilmiş haldedir. Dünya, nevzuhur ve melez özellikli yeni bir orta çağ kapanına sıkışmış vaziyettedir. İlkel dürtüler, dipsiz önyargılar, hegemonik dayatmalar, ilkesizlikten ve kuralsızlıktan beslenen, üstelik derinleştikçe derinleşen haksızlıklar ve hukuksuzluklar giderek yaygınlaşmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teessüs eden uluslararası düzen ve denge mekaniği her tarafından ölümcül darbeler almaktadır. Bu darbelerin neden olduğu ağır talan ve tahribatın tamir ihtimali günbegün zayıflamaktadır. Sistemsel çöküş neredeyse kaçınılmazdır. Maneviyattaki erimeler, insanlık değerlerindeki ezilmeler, ahlak ve vicdan müktesebatındaki erozyonlar elbette yaşanan çalkantıların geri planında dikkat çeken amillerden bazılarıdır. Ortadoğu’dan Kafkaslara, Afrika’dan Güney Amerika’ya, Karayiplerden Güney Asya’ya varıncaya kadar toplumlar ve devletler sancı içerisinde kıvranmaktadır.
“Dış tazyikli kanlı boğuşmaların Sudan’ın egemenliğini tehdit ettiği ortadadır”
2023 tarihinden bu yanan Sudan’da hüküm süren hükümet güçleriyle Hızlı Destek Kuvvetleri arasında devam eden iç savaşın ağır bedelini masum sivil halk canıyla ödemiştir. Sudan ordusuyla çatışan, hangi çevrelere taşeronluk yaptığı az çok belli olan Hızlı Destek Kuvvetleri isimli paramiliter oluşumun geçtiğimiz günlerde kontrolünü ele geçirdiği El Faşir şehrinde sivillere karşı uyguladığı şiddet ve zulüm katliamdır. Savunmasız ve masum insanların dramı, maruz kaldıkları vahşet neredeyse Gazze’yi aratmayacak düzeydedir. Siyasi ve ekonomik çıkar merkezli, aynı zamanda dış tazyikli kanlı boğuşmaların Sudan’ın egemenliğini, bunun yanı sıra mücavir ülkelerin siyasi ve toprak bütünlüğünü tehdit ettiği ortadadır. Sudan’da yaşanan insanlık suçlarını kınıyor; bu ülkenin birliğe, dirliğe iç barış ve huzur ortamına bir an evvel kavuşmasını temenni ediyorum.
“İsrail, sözüne, imzasına, taahhütlerine ve vaatlerine itibar edilmeyecek bir ülke olduğunu tescil etmiştir”
Günümüzde savaşların ve çatışmaların ana sahasında masum insanlar vardır. Nihayet sivil ve savunmasız insanların tefrik edilmediği, dikkatle ve teferruatla ayrıştırılmadığı, dahası silahların gölgesinden çıkarılmadığı savaşlar adil olmadığı gibi tam manasıyla cinayettir, toplu katliamdır, kuşkusuz insanlık suçudur. Gazze’de olan ve yaşanan aynısıyla budur. Geçici ateşkes kararına riayet etmeyen, masumları katletmekten vazgeçmeyen İsrail, sözüne, imzasına, taahhütlerine ve vaatlerine itibar edilmeyecek bir ülke olduğunu tescil etmiştir. ABD Başkanı’nın Gazze’deki ateşkesle ilgili ‘Kırılgan değil, çok sağlam’ sözleri gerçeklerle bağını koparan, hayal alemine dalan bir siyasetçinin bitmek bilmeyen hezeyanıdır. Madem ateşkes kırılgan değildir, o halde 20 günlük zaman diliminde 254 Filistinlinin kanını döken, soykırıma devam eden deccal ülkenin hunhar saldırıları nasıl izah edilecektir? Soykırım suçlusu İsrail’in ateşkes kararını paravan gibi kullanarak ve bu konuda stratejik rehavet ortamı inşa ederek saldırganlıkta ısrar etmesi ikiyüzlülük, fırsatçılık, kalleşlik ve insanlık düşmanlığıdır.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Bahreyn’in başkenti Manama’da, ‘Türkiye ile İsrail arasında Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar işbirliği göreceksiniz’ beyanatı görev yaptığı ülkeye politik rota çizme densizliğine heves eden bir sefirin ileri düzeyli akıl tutulmasıdır. Henüz daha Gazze soykırımının hesabı görülmemişken, suçlular hesap vermemişken, iki devletli model gerçekleşmemişken bu sefir, İsrail ile işbirliği içinde olacağımızı neye dayanarak, hangi hak ve yetkiyle iddia etmektedir? Ülkemizde görev yapan dış misyon görevlilerinin yerini yurdunu bilmesi lazımdır. Had ve hudut aşımına asla girmemeleri asıldır, kaçınılmazdır.
“1967 sınırları temelinde, başkenti doğu Kudüs olan bir Filistin Cumhuriyeti dünya barışı adına bir mecburiyettir”
Türkiye Cumhuriyeti, soykırımcıların defteri dürülmeden, ilişkilerde yeni ve temiz bir sayfa açacak kadar hakikate, mazlum Filistinli kardeşlerimizin hukukuna yüz çevirmez, çeviremez. Hak yerini bulmalı, insanlık vicdanı müsterih olmalı, adalet tecelli etmelidir. Hak, haklının onurudur. Onur, insan varlığının yağmalanması muhal bir hayal olan, ayrıştırılması söz konusu dahi edilemez değer hazinesidir. Onursuz hayat, her anlamda iflas etmiş, manen imha olmuş süfli bir hayattır. Hiç kimse, hiçbir kudret ve kuvvet sahibi ülke hakkın ve hukukun sancağını indiremeyecek, mazlum gönülleri teslim alamayacaktır. Zafer sabredenlerindir, zafer inananlarındır, zafer sırat-ı müstakim üzere yaşayan ve yaşayacak olan eşrefi mahlukatındır.
1967 sınırları temelinde, başkenti doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğüne kavuşmuş, iç siyasi istikrar ve demokratik işlerliğe ulaşmış, bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler’de tam üyelik statüsünü elde etmiş bir Filistin Cumhuriyeti hem bölge barışı, hem de dünya barışı adına ikamesi olmayan bir mecburiyettir. İnşallah karanlık dönem bitecek, şafak sökecek, cani soykırımcılar döktükleri şehit ve masum kanların damla damla hesabını burunlarından gelesiye kadar vereceklerdir.
“Milli birlik ve beraberliğin kıyamete kadar varlığını sürdürmesinin azim ve kararlığındayız”
Kapalı devre siyaset ve düşünce içinde çırpınarak sonunda durgunluğa boyun eğenlerin temasları, anlayışları, anlatımları, sorun çözme iştahları, münasebet ağları ve empati bağları zayıftır, bu nedenle peşin hükümlerin tutsağı olmaları bir hayat gerçeğidir. Biz doğru yerden, doğru mevziden bakarak, ne gördüğümüzü ve nasıl gördüğümüzü peşin yargıların çekim alanına kapılmadan söylüyor ve paylaşıyoruz. Baktığımız yer milletimizin engin bakış noktası, haysiyet ve hassasiyet çizgisidir. Bugünden gördüğümüz, ayrıca tarihin yaşanmış gerçeklerden damıtarak gösterdiği hakikat ise huzurlu, umutlu, güvenli, gelişmiş, barışçıl ve refah içinde serpilen büyük ve süper güç Türkiye’nin mimarisidir. Bu mimarinin inşa ve ihyası yalnızca siyasi sorumluluğumuz değil, gelecek nesillere, geleceğin ümidi olan torunlarımıza vefa borcudur.
Türk yönetim tarihinin ve geleneğinin akla dayandığı bilinmektedir. Aklın hayal kırıklığını önlediği, toplumun umutlarına nitelik, devletin hedeflerine içerik kazandırdığı hep söylenegelmiştir. Biz aklımızı kullanarak, inancımızın ve irademizin bayraktarlığı altında toplanarak, doğruya bağlılığımızı uzlaşmanın bereketiyle temellendirip önümüze çıkan engelleri teker teker aşacağız. Özellikle ifade etmek isterim ki, aynı yerde bulunmak, aynı nitelikte olmanın göstergesi değildir. Hz.Musa ile Firavun, Hz. İbrahim ile Nemrud, Hz. Muhammed ile Ebu Cehil aynı suyu içtiler. Ne var ki aynı suyu içen arı bal verirken, yılan zehir döktü. Bizim zehirle işimiz yok, balın peşindeyiz, biz huzurun müdafisiyiz, biz milli birlik ve beraberliğin kıyamete kadar varlığını sürdürmesinin azim ve kararlığındayız.”
(SON)

