(LEFKOŞA) – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) Cumhurbaşkanlığı seçimleri için geri sayım başladı. Seçim yarışının öne çıkan iki adayından biri olan ana muhalefet partisi Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman, mevcut Cumhurbaşkanı ve rakibi Ersin Tatar’ın politikalarını eleştirerek, görev süresi boyunca önceki cumhurbaşkanlarının aksine adadaki duruma ilişkin hiç müzakere yürütmediğini, İsrail’in Güney Kıbrıs’ta KKTC’nin onayı olmaksızın askeri etkinliğini artırarak Kıbrıslı Türklerin iradesinin yok sayılmasına kayıtsız kaldığını söyledi.
KKTC, 19 Ekim’de sandık başına gidiyor. Anketlerde en yakın rakibi olan mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la başa baş görünen, ana muhalefet partisi CTP’nin adayı Tufan Erhürman, ANKA Haber Ajansı’na konuştu.
“Cumhurbaşkanlığı makamı bu beş yılda Kıbrıslı Türkleri görünmez hale getirdi, beş yıl müzakeresiz geçti”
KKTC’nin önceki dönemlerde her zaman Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik müzakere yürütüldüğünü, ilk kez Tatar döneminde bir cumhurbaşkanlığı döneminin tamamen müzakeresiz kapandığını belirten Erhürman, şunları söyledi:
“İlk defa, Sayın Tatar döneminde sonra biz beş yılı tamamen müzakeresiz kapatıyoruz. Bugüne kadar tüm müzakereler, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı ve iki eşit kurucu devleti olan bir federal çözüm üzerinden yürütüldü. Sayın Ersin Tatar ise başka bir çözüm modelinden bahsediyor. ‘İki devletli çözüm’ diyor. Ancak tanınan tanınmayan ayrımlarını bir kenara bırakırsanız iki devletli fiili bir durum zaten var. Sayın Tatar, 5 yılda bu sözünü ettiği formül üzerinden müzakere masasına otursaydı, o da bizim için bir müzakere masası olurdu ama hiçbir şekilde müzakere yok. Mesele, bunun bir çözüm formülü olarak dünyaya kabul ettirilmesi. Bu beş yıl boyunca, Sayın Tatar’ın sözünü ettiği formül üzerinden bile bir müzakere masası kurulmadı.
Peki, biz Cumhurbaşkanlığı’ndan başka ne bekleriz? Eğer kapsamlı çözüm müzakeresi yoksa, o aralıklarda güven artırıcı önlemler konuşulurdu. Yani iki toplumun ilişkilerini güçlendiren kararların üretilmesi için görüşme masaları olurdu. Burada önemli bir ayrım yapıyorum: Müzakere masası ile görüşme masası aynı şey değil. Müzakere masası, Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne yönelik masadır. Görüşme masası ise güven artırıcı önlemler gibi konuların ele alındığı yerdir. Bu beş yılda müzakere masası zaten yoktu, ama görüşme masası da kurulmadı. Önceki dört cumhurbaşkanının döneminde toplam yedi geçiş noktası açıldı. Ancak ilk defa bu beş yılda bir tane bile yeni geçiş noktası açılmadı. Örneğin Haspolat ve Luricina (Akıncılar) kapılarının açılması talep edildi ama sonuç alınmadı. Mevcut kapılar da işlevsiz hale geldi. Metehan kapısı, en yoğun kullanılan noktalardan biri, tam bir çileye dönüştü. Pergama ve Beyarmudu kapılarında da insanlar büyük sıkıntılar yaşıyor ama hiçbir çözüm bulunmadı.
’’’Karma’ evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık hakkının verilmemesi doğrudan insan haklarının ihlalidir’’
Görüşme masasında konuşulması gereken başka konular da var. Mesela karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık hakkı. Burada binlerce çocuğumuz var. Anne ya da babası Kıbrıs kökenli, diğeri Türkiye kökenli. Ama bu çocukların AB vatandaşlığı hakları Hristodulidis döneminde açıkça ihlal edildi. Aynı ailenin çocuklarından biri AB vatandaşlığı alırken diğeri alamıyor. Bir Kıbrıs Rum çocuğunun hakları neyse bir Kıbrıs Türk çocuğunun hakları da o olmalı, bunu yapacağız. Bu, tamamen insan hakları ihlalidir. Biz bunu bir güven artırıcı önlem olarak değil, doğrudan insan hakları meselesi olarak görüyoruz. Fakat beş yıl boyunca bu konu da masaya hiç gelmedi…
“Dünyada krizler varken Cenevre’de biz geçiş noktalarını ve mezarlık temizliğini konuştuk”
Cenevre ve New York’u ‘görüşme masası’ olarak görüyorum. Cenevre’de hep şunu söyledik, İsrail Gazze’de çocukları öldürmeye devam ediyordu, Ukrayna savaşı devam ediyor, Hindistan-Pakistan gerginliği gündemde, böyle bir dönemde Sayın Guterres başkanlığında ve üç garantör ülke Cenevre’de toplanıyor ve konuşulan konu; iki geçiş noktası ve mezarların karşılıklı olarak temizlenmesi. Bunlar elbet konuşulmayacak konular değildir ama bunlar Sayın Guterres’in başkanlık ettiği toplantıda konuşulacak konular da değildir. İki belediye oturur karşılıklı olarak mezarlıkları temizleyelim der ve yapar. Yeni bir geçiş kapısı açılacaksa ara bölgede görüşülür ve yapılır, geçmişte böyle oldu.
’’Müzakere masası yoksa, görüşme masası ihlal edilen haklarınız ve güvenlik artıcı önemler içindir ama bunlar da konuşulmadı’’
Benzer şekilde Yeşil Hat Tüzüğü üzerinden güneye ihracat hakkımız var. Ancak Rum tarafı hangi alanda ihracatımız biraz artarsa o alanda yeni engeller çıkarıyor. Yakın zamanda Hellim ihracatımızda da böyle bir sorun yaşandı. Ürdün ithalatını aniden yasakladı. Hellim bizim için çok önemli bir ürün; adaya özgü ve uluslararası bilinirliği olan az sayıda üründen biri. Hristodulidis, Ürdün’e teşekkür ediyor güneyden giden Hellimin gidebileceğini söylüyor. Aslında bu kabul edilebilecek bir şey değil ama bu alanda da eksiklikler var. Özetle: Müzakere masası yoksa, görüşme masası bunun içindir; ihlal edilen haklarınız için güvenlik artıcı önemler alınabilecekse bunun içindir…
“Güvenlik Kurulu beş yıldır toplanmadı”
Üçüncü bir mesele daha var: Bizim anayasamız, aslında baştan itibaren yarı başkanlık sistemi gibi formüle edilmiştir. Cumhurbaşkanına içeride de misyonlar yüklenir. Örneğin Cumhuriyet Güvenlik Kurulu vardır ve başında cumhurbaşkanı bulunur. Bu kurulun aldığı kararlar, Bakanlar Kurulu tarafından öncelikli olarak dikkate alınır. Polis Genel Müdürü, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı, Başbakan, Dışişleri ve İçişleri Bakanları da bu kurulun üyeleridir. Ancak bu kurul son beş yılda toplanmadı. Bunun sonucunda çetelerin adaya geldiğini, insan ticareti, uyuşturucu ve silah ticareti iddialarının gündeme geldiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı içeride de ciddi beklentileri karşılamadı.’’
”İsrail’e Güney Kıbrıs’ta üs verilmesi Kıbrıslı Türklerin iradesini yok saymaktır, Tatar bu konuda bir aksiyon almadı”
Rum Yönetimi’nin bu yılın başında güneydeki Baf Hava Üssü’nde İsrail’in ayrıcalıklı statü verileceği yönündeki açıklamasını değerlendiren Erhürman, bu adımın Kıbrıslı türklerin iradesinin gasbedilmesi anlamına geldiğini söyledi. Erhürman, şunları söyledi:
‘’Son olarak, dış gelişmelerden bahsetmek isterim. Mesela İsrail gibi bir devlete, Gazze’de çocukları katleden bir devlete, Baf Havalimanı’nı imtiyazlı bir şekilde üs olarak kullanma hakkı verildi. ABD ve Fransa ile güvenlik anlaşmaları imzalandı. Oysa biz adanın iki eşit kurucu ortağı statüsündeyiz. Şu an adada de facto bir durum var ama herkes bilir ki güvenlik alanında bizim irademiz hiç olmaksızın karar alınması varolan statü gereği mümkün olmamalı. Ama bundan da ötesi, Ada’nın tamamı için garantör ülke Türkiye’nin iradesi olmadan da böyle kararlar alınamaz. Ama maalesef biz yokmuşuz gibi davrandı bu konuda (GRKY Cumhurbaşkanı Nikos) Hıristodulidis, bu bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil, ancak KKTC’deki mevcut iktidar bu konuda da gerekli pozisyonu alamadı. Aynı şekilde hidrokarbon konusu da böyledir. Güneyde bulunmuş olması, bizim hak sahibi olmadığımız anlamına gelmez. Sayın (Cumhurbaşkanı) Erdoğan da BM Genel Kurulu’nda Kıbrıslı Türklerin bu adanın ortak sahibi olduğunu vurguladı. Bizim söylediğimiz de budur; yani Güney’den çıktı diye ben hak sahibi olmaktan çıkmıyorum… Bu gibi konularda ve güvenlik konusunda Hıristodulidis’in bizim irademiz olmaksızın karar alamayacağı bir ortak yapı gerekiyor aksi takdirde, irademiz olmaksızın karar almaya devam edecek. Geriye kalan konularda da iki eşit kurucu devlet, kendilerine kalan tüm yetkileri egemence kullanacak, hatta bu yetkilere ilişkin uluslararası anlaşma imzalama hakkı da olacak.
’’Hidrokarbon ve güvenlikte irademiz yok sayılıyor, ama İsrail üslerinden kaynaklanan riskleri paylaşıyoruz’’
Ben hala Sayın Ersin Tatar’ın iki devletten ne kastettiğini anlayabilmiş değilim. Ben iki eşit kurucu devletten söz ediyorum, acaba bu o formülü karşılar mı bilmiyorum ama mesela Sayın Tatar şu iki cümleyi arka arkaya kuruyor; ‘iki devletli çözüm, Türkiye’nin garantörlük hakkında vazgeçmeyiz.’ Bu durumda Türkiye’nin garantörlüğü sade kuzeyi değil, bütün adayı kapsadığına göre demek ki bu iki devlet aslında ortak yetki alanları da olması gereken bir yapıdır. O zaman onlar bizim söylediğimiz gibi iki eşit kurucu devlettir… İsrail İran’a saldırdığında dedi ki füzeleri İsrail’in üslerinin bulunduğu yerlere de göndereceğim. Bir anda sığınaklar nerede diye konuşmaya başladık çünkü Baf bize uzak bir mesafede değil. Yani o füze bizim açımızdan da risk yaratıyor; hem irademiz ihlal edilecek, hem yokmuşuz gibi davranılacak, hem egemenlik payımız da yokmuş gibi davranılacak, hem de bu tavırdan kaynaklanan riski de paylaşmak durumunda kalacağız, bunu kabul etmeyeceğimizi açıkça söylüyoruz.
’’Yeni müzakere süreci için dört temel şartımız var”
Daha önce de söylediğimiz gibi, yeni bir müzakere süreci başlayacaksa, bu ‘Crans Montana’dan kaldığı yerden başlayacak’ anlayışında olmayacak. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bu memlekette federasyon üzerinden müzakereler çok uzun yıllardır devam etti. Her defasında Kıbrıs Rum liderliğinin son dakika ayak oyunlarıyla masalar çöktü ve çözüme ulaşılamadı. Biz bundan ders çıkarmak zorundayız. ‘Neden böyle oldu, bu defa ne yaparsak böyle olmaz?’ Bu soruların cevabını bulmak zorundayız. Biz şöyle bir çalışma yaptık: Birleşmiş Milletler’in çeşitli dönemlerde ‘Kıbrıs’ta müzakere olacaksa bir daha şöyle olmalıdır’ diye ortaya koyduğu ilkelere baktık, toparladık ve uluslararası toplumla paylaştık. Dedik ki, yeni bir müzakere başlayacaksa;
– Siyasi eşitlik pazarlık konusu olmayacak, çünkü siyasi eşitlik Güvenlik Konseyi kararlarında açık şekilde yer alan bir ilkedir. Masaya oturmadan önce bunun kabul edildiğini teyit edeceksiniz.
– Takvimli olacak, Sayın Guterres, Crans Montana’dan sonra “Bir daha müzakere olacaksa bundan öncekilere benzemeyecek ve takvimli olacak” demişti. Biz de o sözü aldık ve çerçevenin ikinci şartı yaptık.
– Sonuç odaklı olacak, Guterres’in ‘sonuç odaklı’ ifadesini şöyle yorumladık: Sonuç odaklı olması için sıfırdan başlanmaması gerekir. Çünkü artık sonuca ulaşmak istiyoruz. Denktaş’tan bu yana üzerinde mutabakata varılmış yakınlaşmalar var. Yani Türk tarafı kırmızı, Rum tarafı mavi, ortak görüşler siyah yazılır. O siyahlar teyit edilerek başlanmalı ki yıllarca aynı şeyleri görüşüp aynı noktaya dönmeyelim.
– Statükoya geri dönüş olmayacak, 2004’teki referandumdan sonra dönemin BM Genel Sekreteri Annan bir rapor yayınladı ve dedi ki: ‘Kıbrıslı Türkler ‘evet’ dediğine göre üzerlerindeki izolasyonların hiçbir meşru gerekçesi kalmamıştır.’ Ama bu rapor Güvenlik Konseyi’ne gidip karar haline gelemedi, çünkü Rusya veto etti. Yani biz aslında çok önemli bir zemini kaybettik. Bir daha aynı şeyi yaşamayı istemiyoruz. Yani müzakereye gidilsin, referanduma gidilsin, bizden yine ‘evet’ çıksın, onlardan ‘hayır’ çıksın ve sonra ‘bakalım Güvenlik Konseyi’nde Çin mi veto eder, Amerika mı veto eder’ gibi bir belirsizlik olmasın. Biz baştan güvence altına alınmasını istiyoruz: Bu defa Rum liderliği kaçarsa, bugünkü statükoya geri dönülmeyecek. Bunu baştan teyit etmeden masaya oturmayacağız…’’
“Türkiye ile kavga etmedim. Bazı kesimler benden diklenmemi bekliyor”
CTP lideri, seçim sürecinde Türkiye’ye karşı ‘çekingen’ davrandığı yönündeki KKTC muhalefetinden gelen yorumlara şöyle yanıt verdi:
’’Bu aslında benim CTP Genel Başkanı olduğumdan beri söylenen bir şey. Cumhurbaşkanlığı seçimine özgü değil, bir diplomasi tarzım var. Türkiye ile ilişkiyi o tarz üzerinden kurmak gerektiğini hep düşündüm ve hep de buna sadık kaldım. Türkiye’deki siyasi partilerin, sanki kendileri yarışıyormuş gibi buradaki seçimlere bakması bizim açımızdan iyi değil. Burada başka bir halk var. Dolayısıyla lehimize veya aleyhimize böyle bir hadise yaşanması tercih ettiğimiz bir şey değil. Ama çok net bir şey söyleyeyim: Ben hayatımda Türkiye ile kavga etmedim. Sayın Erdoğan’ın ‘diklenmeden dik durmak’ sözünü bilirsiniz. Bazı kesimler benden diklenmemi bekliyor ama ben hiç böyle bir tavır içinde olmadım. Ama diklenmemek kendi görüşünüzü aktarmamak, kendi dosyanıza hakim olmamak, kendi düşüncelerinizi paylaşmamak anlamına gelen bir tavır değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim mesajı
Tabii 2020 seçimlerinin travması hâlâ aşılmış değil. Kıbrıs Türk halkı açısından çok sağlıklı değil… Sayın Erdoğan’ın Katar dönüşü uçakta yaptığı açıklamayı çok önemli buluyorum. ‘Kıbrıs Türk halkı bağımsız yargısının denetiminde kendi seçimlerini yapar, egemen bir ülkedir’ dedikten sonra da seçim de hayırlı olsun dedi. Kim seçilirse seçilsin, Türkiye garantör ülke olarak Türk halkının güvenliğini sağlayacaktır. Bunun çok yerinde bir açıklama olduğunu düşünüyorum.
Sahada gördüğümüz, insanların da büyük oranda kararlarını vermiş olduğudur. Türkiye kökenli vatandaşlarımız da hem beni hem Ersin Bey’i çok iyi tanıyor. Ben 9 yıldır parti başkanıyım, milletvekiliyim, 15 ay da başbakanlık yaptım. Defalarca köylere, mahallelere gittim. İnsanlarımız kararlarını burada yaşayarak vereceklerdir.
“Bizim için önemli olan ne lehimize ne aleyhimize, Türkiye’deki siyasi partilerin bu sürece dâhil olmamasıdır; asıl gündemimiz ekonomi”
CTP lideri Tufan Erhürman, 2020’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yaşananlara ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:
’’(2020’de) Bizim pozisyonumuz, parti olarak seçimin doğal akışı içinde fikirlerin yarışması yönündeydi. Ben de adaydım birinci turda, yaşananlar herkesin malumu. Bu seçimde öyle bir süreç yaşanmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Ekonomi halkın en büyük gündemi. Üç yıl önce ekonomiye ciddi katkı yapan güneyden gelen müşteriler, Tatar döneminde euro 49 liraya çıkınca kuzeye gelmez oldu. Kıbrıslı Türkler ise alışverişini güneye kaydırdı. Bu, üç yılda yaşanan bir değişimdir. 90 bin lira kazanan Kıbrıs kökenli bir insanın alım gücü, aynı miktarı kazanan Türkiye kökenli birinden daha fazla hale geldi; çünkü Kıbrıs kökenli güneye geçip alışveriş yapabiliyor. Ayrıca iki temel kamu hizmeti sağlık ve eğitim büyük ölçüde özel sektörden alınır hale geldi. Toplu taşıma da yok. Yani gelir, temel hizmetlere yetmez hale geldi. Cumhurbaşkanlığının bu alanlarla ilgisi yok mu? Var. Yeşil Hat tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğü, Taşınmaz Mal Komisyonu, inşaat, turizm gibi alanlarda yetkisi var. Dolaylı olarak da etkili olabilir. Ama Ersin Bey bugüne kadar ekonomiye dair tek kelime etmedi. Toplum bu sorunları yaşıyor ve buna göre karar verecek. Bizim için önemli olan, ne lehimize ne aleyhimize, Türkiye’deki siyasi partilerin bu sürece dâhil olmamasıdır. 2020’de yaşananların tekrar edilmemesi gerekir.’’
’’3D formülü yeni değil, biz de savunuyoruz; asıl mesele masanın zemini’’
CTP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Erhürman, seçilmesi halinde Kıbrıs sorununa ‘iki devletli çözüm’ noktasında duran Ankara ile ilişkilerin nasıl ilerleyeceğine dair soruya şu sözlerle yanıt verdi:
’’Hep söylerim: Daha önceki dört cumhurbaşkanının hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti’yle istişare etmeden bir müzakere süreci yürütmedi. Böyle bir şey zaten yürütülebilir değildir. Sayın Erdoğan’ın Katar dönüşünde yaptığı açıklamayı biliyorsunuz. Biz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da süreçleri Türkiye Cumhuriyeti’yle istişare içerisinde yürüteceğiz. Benim bu konudaki görüşlerim Ankara tarafından gayet iyi biliniyor. Sayın Hakan Fidan’ın buraya yaptığı ziyarette yüz yüze de aktardım. Dolayısıyla benim nerede durduğum, nasıl baktığım Türkiye’nin malumu. Zaten 15 ay başbakanlık yaptım; o süreçte gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’la gerekse diğer muhataplarla görüşmelerim oldu. Ama tabii ki konuşmamız gereken şeyler var. Biz iki eşit kurucu devletten bahsediyoruz. Sayın Tatar’ın ortaya koyduğu pozisyonun bundan ne kadar farklı olduğunu samimiyetle anlamış değilim…
Son dönemde dile getirilen ‘3D formülü’ var: Direkt uçuş, direkt ticaret, direkt temas. En son gelinen pozisyon buydu. Tanım yapılırken, ‘egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü tehdit edilmeksizin müzakere masasına oturmayız’ deniyor. Yani bu üç unsur (3D) kabul edilirse masaya oturulur. Şunu net söyleyeyim: Bu üç başlığı bizim dört cumhurbaşkanımız da bugüne kadar savundu. Ben de savundum. Egemen eşitlik ya da eşit uluslararası statü demeden de hep şunu söyledim: Direkt uçuş olmalı, direkt ticaret olmalı, direkt temas olmalı. Dolayısıyla soru şu: Bu üç şart kabul edilirse masadaki zemin ne olacak? Hangi zeminde görüşülecek? Hepimiz biliyoruz ki bu zemin benim tarif ettiğim zemindir. Eğer öyle değilse, Sayın Tatar’ın ‘ben iki devletliliğin görüşüleceği bir masaya ancak 3D şartıyla otururum’ dediğini mi anlamamız gerek? Oysa öyle demediğini biliyoruz. İşte burada anlaşılması gereken bazı boşluklar var.’’
“Akıl dışı bir kara propaganda var, suçlamalar gerçekdışı”
Erhürman, seçim sürecinde yeniden dolaşıma sokulan ve Meclis’teki bir konuşmasından kesilerek servis edilen “terbiyesizler” ifadesiyle ilgili iddialara yanıt verdi. Erhürman, sözlerinin manipüle edildiğini belirterek, “Kaydın tamamı da cevabı da ortada. Söylediğim şey Erhan Arıklı’nın yaptığı terbiyesizlikti. Ama bu, sanki bütün Türkiyelilere söylenmiş gibi yayıldı” dedi. Kendisinin Türkiye’yle bağlarının güçlü olduğunu hatırlatan Erhürman, “Benim Türkiye kökenli insanlarla ilişkim dün başlamadı” diye konuştu.
Rumlarla işbirliği iddialarını da reddeden Erhürman, başbakanlığı döneminde özel iş için güneye hiç geçmediğini, yalnızca siyasi görüşmeler kapsamında bulunduğunu söyledi. Sosyalist Enternasyonal toplantısında Akel Genel Sekreteri’nin “işgal” ifadesine, Avrupa Parlamentosu’nda da DİSİ liderinin benzer sözlerine anında tepki verdiğini hatırlatan Erhürman, “Rumlarla işbirliği iddiaları akıl dışıdır” ifadelerini kullandı. Ayrıca, Kıbrıs gazetesinin seçim kampanyasının lansmanında Türk bayrağı olmadığını iddia ettiği fotoğrafın gerçeği yansıtmadığını belirterek Erhürman, “Bayrak oradaydı, hemen göründüğü bir fotoğrafı paylaştım” dedi.