Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İYİ Parti Grup Toplantısı… Dervişoğlu: “Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanlarının tutuksuz yargılanmalarının önü açılmalıdır”

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Belediye başkanları, gazeteciler, gençler ve daha niceleri, tedbir boyutunu aşan ve cezalandırmaya varan tutukluluk süreçleriyle karşı karşıyadırlar. Suç varsa, elbette ki cezasız kalmamalıdır. Ancak, tutuksuz yargılamalar mümkünken ve benzer suçlarla alakalı böyle uygulamalar yapılmışken, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanlarının tutuksuz yargılanmalarının önü açılmalıdır. Özgürlüklerin susturulduğu yerde mahkemeler karar vermez, talimatları okur” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, "Belediye başkanları, gazeteciler, gençler

(TBMM) – İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, “Belediye başkanları, gazeteciler, gençler ve daha niceleri, tedbir boyutunu aşan ve cezalandırmaya varan tutukluluk süreçleriyle karşı karşıyadırlar. Suç varsa, elbette ki cezasız kalmamalıdır. Ancak, tutuksuz yargılamalar mümkünken ve benzer suçlarla alakalı böyle uygulamalar yapılmışken, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanlarının tutuksuz yargılanmalarının önü açılmalıdır. Özgürlüklerin susturulduğu yerde mahkemeler karar vermez, talimatları okur” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında gündeme dair açıklamalar yaptı. Dervişoğlu şunları kaydetti:

“Bugün önümüze konan tablo, yeni değil. Biz bu filmi, 2000’li yılların başından beri izliyoruz. Adına, önce ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ dediler. İsmi değişse de hedefi tektir ve aynıdır; Ulus ve üniter yapılı Cumhuriyet Türkiye’sini, ‘Hem madden hem manen zayıflatmaktır’. Sivil ve askeri milli direnç noktalarını, ‘Önce yıpratmak, sonunda da tamamen ortadan kaldırmaktır’. Sonrası ise malum, ‘Yerli ve milli’ kisveli izmihlalidir. Sınırları değiştirmek için, zihinleri parça parça ediyorlar. Etnik kimlikleri, mezhep farklarını, tarihsel kırgınlıkları kaşıyarak milleti, ‘ortak kader duygusundan’ koparmak istiyorlar. Yürüttükleri süreçler, bunun aşamalarıdır. Şapı kaynatıp, şeker yapacaklar. Bunu da bayram diye ikram edecekler. İmralı’daki katil, takım elbise giyecek Kandil’in terör ağaları, siyaset yapacak. Bunlar da buradan, milli birlik inşa edecek.

“Türkiye demokratikleşecek dediler seçilmiş belediye başkanları tutuklandı”

Yıllarca, üç büyük gerekçe öne sürdüler. Birincisi; ‘Türkiye demokratikleşecek’ dediler. O günden bugüne ne oldu? Seçilmiş belediye başkanları tutuklandı. Kayyum rejimi, kalıcı hâle geldi. Basın kuruluşlarına, kayyum atandı, gazeteciler, cezaevlerine dolduruldu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, açıkça yok sayıldı. Tweet atan, bir espriye gülen gençler hakkında dahi soruşturmalar açıldı. İnsanlar hapsedildi. Yani Erdoğan, hukuka ve demokrasiye bir gram taviz vermedi, bir adım yaklaşmadı. Erdoğan’la masaya oturanların derdi de sözde demokrasiydi. Sözde demokrasi diyorum, çünkü kurulan masalarda toplaşanların tek derdi ikbal pazarlıklarıydı. Kurdukları her masanın, her ittifakın, her koalisyonun ortak paydası ve milletten gizlenen ajandası, ulus devlet ve Cumhuriyet düşmanlıklarıydı. Biri, ‘reklam arası’ dedi, diğeri ‘100 yıllık zulüm’. Bu had bilmezlerin dillerinde, bu gafillerin rüyalarında, millete ve Cumhuriyet’e karşı aynı şuursuz saldırı cüreti var.

“Erdoğan, Amerika ile ilişkilerini yeniden ısıtmak için her kapıyı çalıyor”

İkincisi; ‘Jeopolitik mecburiyet var’ dediler. Amerika’yı, İsrail’i gösterdiler. ‘Tehdit o kadar büyük ki ancak PKK ile barışırsak ayakta kalabiliriz’ dediler. Bu söz, en iyi ihtimalle istifa, en makul ihtimalle yüce divan konusudur. Bu ne anlama gelmektedir biliyor musunuz? Biz iktidarda kaldığımız, çeyrek asır boyunca, öyle yanlışlar yaptık ki, ceplerimiz, koltuklarımız ve şahsi çıkarlarımız için, Türkiye’yi, öyle bir ipotek ettik ki, gelinen noktada, Türkiye’nin güvenliğini ancak Türkiye’nin, en büyük düşmanlarına el açarak, el uzatarak sağlayabiliriz demektir. Yapılan itirafların, meali tam olarak budur. Peki sonuç? Erdoğan, Amerika ile ilişkilerini yeniden ısıtmak için her kapıyı çalıyor. Gazze’de ateşkes sağlanır sağlanmaz, İsrail’le ilişkileri normalleştirmenin, yollarını arıyor. Ama görünen o ki Suriye’de, Şam yönetimi ile SDG arasındaki entegrasyon trafiği barıştan çok yeni çatışmaların, yeni paylaşım kavgalarının habercisidir. Yani ne bölgesel tehdit azaldı, ne Türkiye daha güçlü oldu ne de o meşhur ‘jeopolitik akıl’ bizi güvenli bir limana çıkardı.

Bu ‘sözde çözüm süreci’nin ne anlamı kalmıştır”

Üçüncüsü; ‘Silahlar susacak, barış gelecek’ dediler. Bugün görüyoruz ki ‘terörist teröristliğini, katil katilliğini’ bile kabul etmiyor. Çünkü bu cüreti onlara verenler, bebek katilini kurucu önderlikle taltif ediyor. Devlete, danışman diye dayatıyor. Kürt’ün önüne, al senin temsilcin diyor. Bizden başka da hiç kimse, bu vahametin, Kürtlere kurulan en büyük tuzak olduğunu söylemiyor, söyleyemiyor. Tüm bu açıklamalar, apaçık gösteriyor ki ortada, silah bırakma iradesi de pişmanlık emaresi de yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır. Masanın merkezinde, Öcalan’ın statüsü dururken, Erdoğan’ın, ömür boyu başkanlık hayali sürerken, ortakları, millet yerine iktidar nimetlerinden istifadeyi tercih ederken, Türk Devletinin eline geçen tek bir somut kazanım yoktur. Şimdi size soruyorum: Madem demokratikleşmiyoruz, madem jeopolitik denklem bizi bu yola zorlamıyor, madem PKK silah bırakmakta direniyor, bu ‘sözde çözüm süreci’nin ne anlamı kalmıştır? Bir taraf süreçten sadece Öcalan’ın serbest bırakılmasını bekliyor, diğer taraf Öcalan’ın liderlik egosunu okşayarak netice almaya çalışıyor. Buna da ‘barış süreci’ diyorlar. Ortada basit bir oy hesabıyla başlayan, gerekirse Öcalanla bile müzakere etmeyi sindirebilecek bir mideyle yürütülen, bu ülkenin hiçbir vatandaşına zerre faydası olmayacak kirli bir pazarlık vardır.

“İktidar ve Öcalan’ın ortak korkuları ise; İnsanımızın insanca bir yaşam sürmesidir”

Biz, bu olan bitene şaşırmıyoruz. Çünkü bu ülkede vatandaşlara hukuk devletini, bağımsız yargıyı, kalkınmayı ve refahı layık görmüyorlar. Yok edilmiş ormanlar, viran olmuş tarlalar, ovalar, boşalmış köyler. Hepimize kader diye, mezardan hallice betonlarda, asgari ücretle, asgari, vasat altı bir hayat biçiyorlar. Kürtlere gösterdikleri seçenek de şudur: Bir tarafta, müebbetlik bir teröristin, ilkel komünal fantezileri diğer yanda da ağalık, şeyhlik, marabalık vardır. Seç seçebildiğin kadar. Ne olursan ol, ama Cumhuriyet’in yurttaşı olma denilmek istenmektedir. İktidar ve Öcalan’ın ortak korkuları ise insanımızın insanca bir yaşam sürmesidir. Gençlerin, kendilerine hür, müreffeh bir hayat kurmalarıdır. Piyasada işini yapan, ekmeğini dürüstçe kazanan bir aktör olunmasıdır. Refaha kavuşulması, sisteme entegre olunmasıdır. Türk milletinin, uyumlu ve itibarlı bir ferdi olunmasıdır. Peki bu ihanetin sözcüsü, İmralı’nın deniz feneri ne vaat ediyor? Suçluluğun yüceltildiği, suçun da 5 yılda bir ödül gibi affedildiği, çıkmaz bir sokak öneriyor. Gençlerin, sürekli emir alan, kurşun askerlere dönüşmeleri, ağızlarını açmaya korktukları, bir baskı rejiminde, önlerine lider diye işaret edilen densizlerin gölgesinde sadakaya şükretmeleridir. İmralı kafadarlarının ortak hayalleri budur. Ne bir eksik, ne bir fazla.

“Devletine bağlı Kürtleri, hiç kimsenin tasallutuna kurban ettirmeyeceğiz”

Soruyorum: Bu ülkenin mahkemelerinin bağımsız olması, rejimin demokratikleşmesi, kurumlarının güçlenmesi, ekonominin düzelmesi Öcalan’ın, PKK’nın, Komisyoncuların umurunda mıdır? Elbette değildir. Bir vatandaşın gündelik hayatında çektiği mütevazı sıkıntıları önemser mi? Hayır, tam tersine küçümser. Tam da bu nedenle Öcalan’ın özgürlüğü uğruna, binlerce gencin geleceği feda edilebilir. Türkiye, yıllarca otoriter bir idare altında derin yoksulluğa mahkûm edilebilir, önüne çıkacak fırsatları kaçırabilir, yeter ki Öcalan serbest kalsın. Yeter ki o şantaj ve diyet mekanizması çalışsın. Ezcümle, devam eden sürecin hiçbir yerinde ne demokrasi vardır ne güvenlik ne refah ne de gerçek barış vardır. Boşuna kimse bunları aramasın. Sürecin başında da sonunda da despotlardan başka bir şey yoktur. Bakın açık açık söylüyorum. Bu ülkede bir kısım sivri akıllı aldıkları emirler çerçevesinde Kürtleri Barzani’ye, bir diğer kısmı da Öcalan canisinin himayesine mahkum etmek istiyor. Biz de diyoruz ki bu topraklarda yaşayan, vatanına, devletine bağlı Kürtleri, hiç kimsenin tasallutuna kurban ettirmeyeceğiz. Mesele budur. Çözüm de budur. Bu coğrafyaya 7 düvel Türk dedi zaten. Onu kimse değiştiremez. Bu coğrafyanın ismini biz vermedik.

“Bu sistem değişmeden, Türkiye’de hiç ama hiç kimse, sistemin banileri dahi, gün yüzü görmeyecektir”

Bir önemli husus daha vardır: Erdoğan’ın başkanı olduğu MGK, toplanıyor PKK’yı terör örgütü olarak tanıdığını ilan ediyor. Ama Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak susuyor, AK Parti Genel Başkanı olarak İmralı’ya gidişe destek veriyor. Bu ülkede nihai karar verici Erdoğan’dır. Ama hangi Erdoğandır bu? MGK Başkanı Erdoğan mı? Cumhurbaşkanı Erdoğan mı? Yoksa AKP Genel Başkanı Erdoğan mı? İşte bu belirsizlik, Türkiye’yi hem içeride hem dışarıda savunmasız bırakan asıl zaafın adıdır. Bu sistem değişmeden, Türkiye’de hiç ama hiç kimse, sistemin banileri dahi, gün yüzü görmeyecektir. Bu zorlama, Türkiye’yi hiçbir yere götürmeyecektir. İYİ Parti ne olursa olsun, Türkiye’yi bu çıkmazdan kurtaracaktır. Kişilerin değil, kuralların Türkiye’si için sonuna kadar çabalayacaktır.

“Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanlarının tutuksuz yargılanmalarının önü açılmalıdır”

Gelelim, hukuk ve adalete! Türkiye, öyle bir noktaya sürüklenmiştir ki; artık, mahkeme salonlarında hukuku değil, iktidarın hıncını tartışıyoruz. Türkiye haksız gerekçeler ve siyasi saiklerle yapılan soruşturmalar ve yargılamaların gölgesinde yaşamaktadır. Belediye başkanları, gazeteciler, gençler ve daha niceleri, tedbir boyutunu aşan ve cezalandırmaya varan tutukluluk süreçleriyle karşı karşıyadırlar. Suç varsa, elbette ki cezasız kalmamalıdır. Ancak, tutuksuz yargılamalar mümkünken ve benzer suçlarla alakalı böyle uygulamalar yapılmışken, başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere belediye başkanlarının tutuksuz yargılanmalarının önü açılmalıdır. Özgürlüklerin susturulduğu yerde, mahkemeler karar vermez, talimatları okur. Yargı, adalet dağıtmaz, sadakat ölçer. Biz özgürlükleri savunurken, bir kişiyi değil; Cumhuriyet’in özünü savunuyoruz. O öz ise hürriyettir. Adaletle korunan bir hürriyet.”

(SON)