Haber: Berfin BAYSAN – Kamera: Özgür ŞENGÜL
(İZMİR) – İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik hazırladığı iddianameyi “bir muhtıra” olarak niteleyerek, “Siyasi bir muhtıradır. Yani bunun bir hukukçu tarafından hazırlandığı düşüncesinde değilim. Bu, siyasi bir bakış açısının bir alana yöneltilmiş şeklidir, biçimidir” dedi.
İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, İBB hakkında hazırlanan iddianameye ilişkin görüşlerini ANKA Haber Ajansı’na anlattı. Söz konusu iddianamenin mahkemeye sunulmadan basından öğrenilmesini eleştiren Yılmaz, şu ifadeleri kullandı:
“3 bin 900 sayfaya yakın bir iddianame. 105’i tutuklu 402 sanık hakkında. Bu iddianame, İstanbul’da 40. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Ama tabii biz bunu yargıdan öğrenmedik. Her şeyden önce bir basın organından öğrendik. Yani önce oraya servis edildi, sonra da halka bir şekilde bu iddianamenin düzenlendiğini ve 40. Ağır Ceza’ya gönderildiği ifade edildi. Yani aslında bir yerlere öncesinde yapılan servisleri görüyoruz. Bu bugünün sorunu değil, yıllardır böyle, uzun zamandır böyle. Aslında bence şişirilmiş bir iddianame. Yani bir iddianamede sayfa sayıları ne kadar çoksa hukuki değeri o kadar azdır.
“Bu bir iddianame değil, siyasi muhtıra”
Aslında bu bir iddianame değil, bu bir muhtıradır, siyasi bir muhtıradır. Yani bunun bir hukukçu tarafından hazırlandığı düşüncesinde değilim. Bu, siyasi bir bakış açısının bir alana yöneltilmiş şeklidir, biçimidir. Çünkü orada neredeyse 2 bin 430 yıla yakın bir hapis cezası talebi var. Aslında dikkat ederseniz her şey sistematik olarak devam etti.
İşte o 19 Mart tarihi itibarıyla gözaltı sonrasında dört gün sonra tutukluluğu, diplomanın iptali ve devam eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi operasyonları, sonrasında başkaca belediyelerdeki operasyonlar… Yani siyasi bir bakış açısının, hukuk yoluyla bir yerlerde insanlara ve topluma, toplumun daha doğrusu hukuk üzerinden dizayn etme çabasının bir göstergesidir. Bu suçlamaların birçoğundan aklanacağı düşüncesindeyim. O kadar çok suç isnadı var ki; işte ‘rüşvet alma, rüşvet verme, kamuyu zarara uğratmak suretiyle dolandırıcılık, haberleşmenin engellenmesi, ihaleye fesat karıştırılması, halkı yanıltıcı bilgiye yönlendirmek’ gibi… Aslında bunların hiçbirinin altında bu suçların işlenişiyle ilgili deliller, maddi kanıtlar yok. Sadece suç isnadı üzerinden yürütülen, hangi delillerle buna ulaşıldığı belli olmayan ve tekrarlardan oluşan bir iddianame. Aslında bu iddianameyi bir günde okumak mümkün değil, çünkü 3900 sayfa. Yani normal bir kitap diye düşünseniz, 5 ciltlik, 6 ciltlik bir kitaptan bahsediyor olmamız lazım.
Ne yazık ki suçsuz birçok insan hâlâ tutuklu Türkiye’nin birçok cezaevinde. Yani hukuk adına, gerçekten bizim hukuk devleti adına öyle söyleyeyim çok büyük endişeler taşıdığımız bir süreci yaşıyoruz. Yani kimsenin anayasal haklarını kullanma, bu anayasal haklar üzerinden bir şeyler söyleme ve bunu hayata geçirmek konusundaki iradelerinin önünde çok ciddi bir hukuk baskısının varlığını görüyoruz. Yani ifade özgürlüğü yok.
“Hepimizi sabaha karşı herhangi bir suç isnadıyla alabilirler”
Hepimizi bir sabaha karşı, işte o şafak operasyonlarıyla, herhangi bir suç isnadıyla alabilirler. Önce alırlar, sonra delilleri toplamaya başlarlar. Çünkü öyleydi bir dönem. Hâlâ aynı dönemi ve aynı hukuksuzlukları yaşıyoruz. Hep söyledim, yine söyleyeceğim: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olan bir ülkedir ama anayasal bir ülke değildir. Anayasa’nın hiçbir hükmü uygulanmaz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmaz, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmaz. Uygulanır, şöyle: Eğer muktedirin düşüncesine uygun bir karar çıkmışsa ‘Bakın hukuk devletiyiz, böyle karar veriyor’ derler. Ama onların kabul etmeyeceği ya da gerçekten hukuka uygun çok istisnadır bunlar kararlar çıkarsa, Anayasa Mahkemesi’nin meşruiyetini bile tartışırlar.
“Tam bir hukuk garabetidir, hukuksuzluktur, Anayasa’nın ihlalidir, yasaların ihlalidir”
Bugün yaşanılanlar bu iddianame özelinde söylemiyorum, o da bunun içerisindedir. Çünkü tam bir hukuk garabetidir, hukuksuzluktur, Anayasa’nın ihlalidir, yasaların ihlalidir. Hukuk devleti ilkesinden uzaklaştığımızın tam bir göstergesidir. Anayasal ilkeleri, Cumhuriyet’in temel değerlerini tabii ki savunacağız. Ama hiçbir zaman bu kadar örselenen, zedelenen bir süreç yaşanmamıştı. Bize düşen görev, barolara düşen görev, bu alanda hukuk mücadelesini devam ettirmek olacaktır.”

