Haber: TENZİLE AŞÇI Kamera: ÖZGÜR ŞENGÜL
(İZMİR) – İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun 103. yılında düzenlenen, “9 Eylül İşgalden Kurtuluşa İzmir” konulu söyleşide konuşan Yılmaz Özdil, bugün ülke yönetiminde yaşanan sorunları da işaret ederek, “Kurtuluşun reçetesi, daima kuruluşun reçetesinde var. Bugün var olan sorunlarımız 100 yıl önce de vardı. Bugünün sorunlarının tamamının çözümü de 100 yıl öncede duruyor” dedi.
İzmir’in düşman işgalinden kurtulduğu 9 Eylül 1922’nin 103. yıl dönümü kutlamaları kapsamında Karşıyaka Belediyesi, “9 Eylül İşgalden Kurtuluşa İzmir” konulu söyleşi düzenledi.
Söyleşinin konukları, usta gazeteciler Yılmaz Özdil ve Korcan Karar oldu. Moderatörlüğünü Korcan Karar’ın yaptığı söyleşide, Yılmaz Özdil, işgalden kurtuluşa geçen süreci anlattı, İzmir’in işgal gününe ait fotoğraflar gösterildi.
Özdil, kurtuluş mücadelesi günleriyle bugünü bağdaştırarak, “Kurtuluşun reçetesi kuruluşta” dedi. Kurtuluş mücadelesinin, İzmir’in işgaliyle başladığını belirten Yılmaz Özdil, şunları söyledi:
“Aslında her şey 13 Mayıs’ta Şişli’deki 3 katlı pembe evde başladı. İzmir’in işgal edileceği netleşmişti. Çünkü İzmir Körfezinde Yunan işgal gemileri ve onlara destek veren İngiliz, Amerika ve Fransız donanmaları da gelmişti. O pembe evde perdeler kapalı. Mustafa Kemal ve bütün milli mücadeleyi organize ettiği 5 yardımcısıyla birlikte haritaların üzerindeydiler. Kabaca ‘vakit tamam’ dedi. Koskoca bir Osmanlı İmparatorluğu o küçücük odaya sıkışmıştı. İstanbul işgal altındaydı. Antep, Urfa, Mersin, Hatay, Samsun, Zonguldak işgal altındaydı. Sadece bunu domine edebilecek büyük bir güce gerek vardı. O da İzmir’in işgaliyle tamamlanmış olacaktı. Yani İzmir’in işgali, bardağı taşıran damlaydı. Mustafa Kemal, 6 aydır İstanbul’daydı. 6 ay boyunca aslında yeraltı teşkilatımızı organize etmişti. O teşkilata verdiği ilk emir ‘Vakit tamam’dı 13 Mayıs’ta. ‘Bizi diri diri mezara atmak istiyorlar. Belki son bir cüret bizi kurtarabilir’ dedi o gün. İzmir’de Mustafa Necati Bey, İzmir Atatürk Lisesi’nin Edebiyat öğretmeni. Kuva-yi Milliye’nin çekirdek kadrosundaydı. Hoca, İzmir’in yurtseverlerine mesaj gönderdi ve ‘mektepte buluşalım’ dedi. 13 Mayıs akşamı mektepte buluştular ve milli mücadelemizin ilk direniş bildirisini kaleme aldılar. Bütün milli mücadelemizin ilk direniş bildirisi İzmir’de yazıldı. ‘Ey bedbaht Türk, İzmir işgal edildi. Bugün, buna karşı koymanın günüdür’ diyordu.”
“İlk direniş mitingi Maşatlık Parkı’nda”
Yılmaz Özdil, milli mücadelenin ilk direniş mitinginin, 14 Mayıs 1919’da İzmir’de Maşatlık Parkı’nda yapıldığını belirterek, “İlk Hasan Tahsin çıktı. Asıl adı Osman Nevres’dir. İlk konuşmayı o yaptı. ‘Vatanı teslim etmeyeceğiz’ dedi. Ertesi sabah 15 Mayıs 1919. Bu mitinge katılan yeraltı teşkilatımız o gece şehri terk etti. 15 Mayıs günü Kordon… Sabah saat 07.00. Bugünkü İzmir Palas’ın önüne dubaları iskelelere yanaştırdılar ve Yunan ordusunu İzmir’e indirdiler. Troya Savaşından 3 bin yıl sonra ilk kez Yunan askeri Anadolu’ya ayak basıyordu. Yunan ordusu Kordon’dan karaya çıktı, yürüyerek hükümet Konağı’na doğru geliyorlardı. Saat Kulesi’nin yakınlarında 30 yaşında bir delikanlı Hasan Tahsin ortaya fırladı ve ‘Bu kadar kolay olamaz’ dedi. Toplu tabancayı çıkardı ve tetiğe bastı” diye konuştu.
Karar: “İlk kurşunla hem işgali sonlandırıyordu hem de kurtuluşun habercisiydi”
Hasan Tahsin’in ilk kurşununu anlatan Gazeteci Korcan Karar da Hasan Tahsin’in, İzmir’in göbeğinde bu işgale bütün İzmirliler gibi karşı çıktığını, ateşlediği silahının hedefinde de Yunan bayrağını taşıyan bayraktarının olduğunu belirterek, “Onu tam alnından vurdu. O gün o ilk kurşunla hem işgali sonlandırıyordu hem de kurtuluşun habercisiydi. Hasan Tahsin orada anında şehit edildi. Hatta vücudunda çokça süngü izi vardı” dedi.
Yılmaz Özdil ise Hasan Tahsin’in öldürülmesinin sonrasını şöyle anlattı:
“Aslında ondan sonrası çok yazılmamıştır. Ama ben araştırmalarımda hadisenin öyle bitmediğini gördüm. Kemeraltı’nın sokaklarının tamamında çatışmalar başladı. Hatta bunlardan biri ülkenin Cumhurbaşkanı olacak Celal Bayar’dı. Yani İzmir’in gençleri o kadar kolay teslim olmadılar. İlk kurşundan itibaren Konak’ta yangın çıktı. O gün Körfez’de demirli bulunan İngiliz ve Amerikan gemilerinin kaptanlarının notlarına göre sadece o gün İzmir’de 5 binin üzerinde tepki gösterildi. Yunan ordusu, kafasında fes olan herkesi öldürüyordu. Subay olduklarını anladıkları Türkleri boyunlarına taş bağlayıp Körfeze atıyorlardı. Körfez’den günlerce kan aktı. Yani 15 Mayıs, Yunanlılar için hiç kolay olmadı. 15 Mayıs’ta İzmir işgal edildi. 15 Mayıs gecesi Mustafa Kemal evine geldi. Zübeyde Hanım’ın odasında yer sofrası hazırladılar. Daha yemekten bir lokma almadan Mustafa Kemal, ‘Gidiyorum. Buraların da Selanik gibi olma riski var’ dedi.
“Biri İzmir’e Vali olarak atanan kayyum, öteki eniştesi Mustafa Kemal hakkında idam kararı veren mahkeme başkanı”
Macera böyle başlıyor. Kolay olmuyor. 3 yıl 3 ay 22 gün var 15 Mayıs ve 9 Eylül arasında. İzmir’de bir Vali var. Kambur İzzet. Onun eniştesi de Nemrut Mustafa. Nemrut Mustafa da Mustafa Kemal ve Kuvayımilliye hakkında Vahdettin’in emriyle idam kararını veren mahkeme başkanı. Biri İngiliz Yunan uşağı, İzmir’e Vali olarak atanan kayyum, öbürü de Saray’ın talimatıyla Mustafa Kemal hakkında idam kararı veren mahkeme başkanı. Kurtuluşun reçetesi, daima kuruluşun reçetesinde var. Bize bu yüzden özellikle Mustafa Kemal’i ve kahramanlarımızı unutturmaya çalışıyorlar. Bugün var olan sorunlarımız 100 yıl önce de vardı. Bugünün sorunlarının tamamının çözümü de 100 yıl öncede duruyor.
İşgal sırasındaki en önemli problemimiz, ordumuzun olmaması. O günden itibaren dünyanın en tecrübeli subay kadrosuna sahibiz. Ama ordu, padişahın talimatıyla lağvedildiği için ordumuz yok. Milli mücadele 15 bin subay tarafından yürütülüyor. Bu subay kadroları, yeraltı savaşını örgütlemek için efeleri ve zeybekleri kullanmaya başlıyor. Mustafa Kemal zekasının bulduğu şey bu. ‘Orduyu hazırlayana kadar er olarak zeybekleri kullanın’ diyor. Her zeybek taburunun arkasında bir subay var. Hepsinin başında da Ali Fuat Cebesoy var. Bu aslında bir askeri yapılanma. Üç kritik insan var. Bekir Sami, Mehmet Şefik ve Kazım Özalp. Milli mücadeleyi, Ege’deki bütün efe ve zeybek yapılanmasını bu üç albay örgütlüyor. Gördükleri ilk manzara şu: camide Yunan bayrağı var. ‘Kim astı bunu buraya’ diye soruyorlar. ‘İmam astı’ deniliyor. ‘Neden’ diyorlar. ‘Yunan askerinden korktuğu için’ diyorlar. Anında o imamı asıyorlar. Dehşet dengesini kurmaya başlıyorlar. Bu dalga dalga yayılmaya başlıyor. Türkiye’de milli mücadelenin ilk Kuvay-ı Milli müfrezesi Ödemiş’te kuruluyor. Yiğit Ordusu deniliyor. Ege’de örgütlenmeleri yapanlardan biri de Celal Bayar. İzmir sokaklarında hava karardıktan sonra bir taraftan Sakız ve Sisam’dan buraya kayıklara geçen Rum çeteleri dehşet saçarken bir yandan da bizim subaylarımız Yunan vuruyorlar.
“Yunan ordusu 26 Ağustos’tan 9 Eylül’e kadar 90 bin asker kaybetti”
Büyük Taarruzu başlatmak üzereyiz. Mustafa Kemal, karargahında oturup sabaha kadar Çalıkuşu’nu okuyor. Sonra da ‘Akşam söyleyin paşalar gelsin’ diyor. Büyük Taarruz’a komuta edecek olan 4 paşa var. Sakallı Nurettin Paşa, Yakup Şevki Paşa, İsmet inönü ve Fevzi Paşa. 26 Ağustos, sabah saat 03.00. Atıyla komuta edeceği noktaya geliyor. 3 yıl 3 ay geçmiş. İlk defa düşman ordusuyla eşit sayıda askere ve silaha sahibiz. İlk kez eşit noktadayız. 26 Ağustos saat sabah 05.00. Telegraf susuyor. Toplarla gümbürdemeye başlıyoruz. Yunan cephesi çaydanlıkta kaynayan su gibi kaynıyor. Yunan ordusu, bütün planlarını cepheden gelecek şekilde yapmışlar. Ama Mustafa Kemal zekası… Bizim Büyük Taarruz dediğimiz Hannibal’ın Cannae Muharebesi’nin modifiye edilmiş hali. Bir tarafı açık bırakıyor çünkü oradan süpürecek. Bir modifiye daha var. Süvari birliği. Yaklaşık 90 bin civarında Yunan askeri, İzmir’e sürene kadar kılıçtan geçirdiler. Ama sahada fotoğraf çekilmesine izin vermediler. Yunan ordusu 26 Ağustos’tan 9 Eylül’e kadar 90 bin asker kaybetti. Süvari birlikleri Yunanların arka hattında aralarına giriyordu. Yunanlar önlerinde bizi görüyordu, arkalarında da bizi görüyordu. Kaçacak hiçbir noktaları yoktu. Burada görünmeyen mekanizmalar da vardı. Biri de Deli Halit. Bu kişi, iki silah taşıyor. Birinin adı namuslu, diğerinin adı namussuz. Adam düşmana namuslu ile ateş edip cepheden kaçana namussuz ile ateş ediyordu. 30 Ağustos’ta, 3 yılda kurdukları tahkimat kağıt gibi yırtılmıştı. Türkleri tarihten silelim derken kendileri sahadan çöp gibi silindiler. Yunan ordusunun taş atacak gücü yoktu. Mustafa Kemal ‘İzmir’e gideceğiz’ dedi. O emir… ‘ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri’ dedi. Mustafa Kemal 10 günde İzmir’e gireriz’ diyor ve İzmir’e geldiğinde de ‘1 gün hata yaptım’ diyor. Yunan’ı denize döktük mü? Evet gerçekten döküldüler. Yunanlılar Türklerin hızını kestiremedikleri için tahliyeyi yetiştiremiyorlar. Gemileri Urla tarafına çekmeye başlıyorlar. Gemiler azaldığı için Yunan askerlerinin denize atlayıp yüzerek o gemilere çıkma fotoğrafları var. 9 Eylül’de Mustafa Kemal, Belkahve’deydi. İzmir’i seyrediyordu. Yanında batı cephesi komutanı İsmet Paşa. ‘Biliyor musun İsmet, bir rüya görmüş gibiyim. Karabasan gibi başlayan ama zaferle biten bir rüya’ diyor.”
Karar: “Her gecenin aydınlık bir sabahı vardır”
Korcan Karar, süvari birliği komutanı olarak orduya katılan Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Ali Rıza Akıncı’yı örnek göstererek, “Süvari teğmeni olarak parladı. Nasıl? Türk bayrağını en yükseklere göndere çekerek parladı. Her gecenin aydınlık bir sabahı vardır. Umudumuz asla yitirmeyeceğiz Çünkü önümüzde bu kahramanların yazdığı destanlar var. Bu destanlar bize 100 yıl sonra da ışık tutacak” dedi. Mustafa Kemal’in İzmir’e girdiği 10 Eylül günü yaşanan bayrak olayını da anlatan Karar, şunları söyledi:
“Mustafa Kemal Karşıyaka’ya gelir. Muhteşem karşılanır. Burada kocaman bir Yunan bayrağını Mustafa Kemal’in üzerinden geçerek köşke girmesini isterler. Mustafa Kemal bayrağı gördüğünde ‘Bayrak bir ulusu temsil eder. O ulusun halkını ve insanlarını temsil eder. O nedenle ben hiçbir ulusun bayrağına basarak geçmem. Kaldırın bu bayrağı’ der. Mustafa Kemal böyle bir adamdı. Bugün hala reformları ve devrimleriyle bize çok şey anlatan bir lider.”
Özdil: “Bandırma Vapuru’nun rotası doğru yolda ilerliyor”
Söyleşinin ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Yılmaz Özdil, Atatürk’ün izlerinin silinmeye çalışılmasına ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi:
“Mustafa Kemal Bandırma Vapuru’na bindiğinde ülkenin nüfusu 10 milyon. O gün Mustafa Kemal’in ideallerine inananlar 10 binde 1 bile değildi. Ama bugün Mustafa Kemal devrimlerine, onun yarattıklarına inananların sayısı en kötü ihtimalle yüzde 80’in üzerinde. Zaman, devrim lehine aktı. Bandırma Vapuru’nun rotası doğru yolda ilerliyor.”




