(ANKARA) – Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş), kuruluşunun 20. yıldönümünü Ankara’da düzenlenen törenle kutladı. Genel Başkan Kadem Özbay, “Eğitim-İş olarak 20 yıldır çok yönlü bir mücadele yürütüyoruz. Bir yanımızda üyelerimizin hakları, diğer yanımızda laik, bilimsel, kamusal, ulusal eğitim var. Ve bütün mücadelemize yön veren ilke, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleri ve direktifleridir. Biz, Cumhuriyetin eğitim anlayışını yalnızca korumuyoruz, onu her alanda yeniden güçlendiriyoruz. Bugün yaşadığımız tüm sorunlar, Cumhuriyet’in bu ilkelerinden verilen tavizlerin sonucudur” dedi.
Eğitim-İş’in 20. kuruluş yıldönümü dolayısıyla Ankara’da bir otelde düzenlenen törende, sendikanın 20 yıllık mücadelesi kutlandı. Etkinlik kapsamında resim sergisi açıldı ve “Fakir Baykurt Onur Ödülleri” sahiplerini buldu. Törene, siyasi parti temsilcileri, sendika üyeleri ve çok sayıda gazeteci katıldı.
Eğitim ve sanat alanındaki katkılarından dolayı bu yıl Fakir Baykurt Onur Ödülü’ne layık görülen isimler şöyle:
İlyas Küçükcan (Eğitimci, yazar), Naciye Makal (Köy Enstitüsü mezunu öğretmen, eğitimci), Perihan Akçam (Öğretmen, yazar), Mehmet Turan (Eğitimci, sendikacı, ressam ve heykeltıraş), Işık Kansu (Gazeteci, Cumhuriyet gazetesi yazarı), Bilsay Kuruç (İktisatçı, akademisyen, Cumhuriyet yazarı), Ezgi Gözeger Özmemiş (Gazeteci, haber spikeri), Metin Akpınar (Tiyatro ve sinema sanatçısı)
“Biz, Cumhuriyetin eğitim anlayışını yalnızca korumuyoruz, onu her alanda yeniden güçlendiriyoruz”
Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, törende yaptığı konuşmada sendikanın 20 yıllık mücadelesine dikkat çekerek, laik ve bilimsel eğitimin önemini vurguladı. Özbay, konuşmasında şunları söyledi:
“Eğitim-İş olarak 20 yıldır çok yönlü bir mücadele yürütüyoruz. Bir yanımızda üyelerimizin hakları, diğer yanımızda laik, bilimsel, kamusal, ulusal eğitim var. Ve bütün mücadelemize yön veren ilke, Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünceleri ve direktifleridir. Biz, Cumhuriyetin eğitim anlayışını yalnızca korumuyoruz, onu her alanda yeniden güçlendiriyoruz. Bugün yaşadığımız tüm sorunlar, Cumhuriyet’in bu ilkelerinden verilen tavizlerin sonucudur. Her eğitim yılı başında yaşadığımız tartışmalar bitmez: Velilerden toplanan paralar, kalabalık sınıflar, ikili eğitim, temizlik, ulaşım, güvenlik sorunları… Ve bunlara ek olarak Bakanlığın Cumhuriyet karşıtı vakıflarla yaptığı iş birlikleri… Merkezi sınav sistemlerinin yarattığı adaletsizlikler… Hepsi aynı kökten besleniyor: Cumhuriyet’in eğitimden çekilmesi!
1924’te Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelen John Dewey, raporunda der ki: ‘Türkiye’nin toplumsal amaçlarına hizmet edecek milli bir eğitim planı oluşturulmalı; bu plan kişilerin değişmesinden etkilenmeyecek, anayasa niteliğinde olmalıdır.’ O programın adı ‘ulusal eğitim’dir! Ancak 1946’dan bu yana, eğitim sistemimiz ulusal olmaktan, tüm çocukları kapsayan kamucu anlayıştan uzaklaştırılmış, iktidarların eğitimine dönüştürülmüştür. Bugün Eğitim-İş’in kendini devamı olarak gördüğü bütün eğitim örgütleri bu gidişe karşı göğüslerini siper ettiler. Bunun için içeri atıldılar, sürgünlere gönderildiler. Onlar yılmadılar. Saldırılar, daima eğitim sisteminin içinde gerçekleşti. Bu saldırılar bugün de AKP iktidarıyla artarak devam ediyor.
“23 yıllık iktidar süresince, eğitimde laikliğe dair tüm kazanımlar saldırıya uğramıştır”
Siyasal İslam, milli eğitime sızma aşamasını çoktan geride bırakmış, hızla dönüştürme safhasına geçmiştir. Cumhuriyetin hedefi, akıl ve bilime dayanan laik eğitim sistemiyle çağdaş dünya ile uyumlu bir kuşak yetiştirmekti. Benimsenen eğitim sistemiyle aklın ve bilimin rehberliğini özümsemiş; Cumhuriyet değerlerine ve ülke sorunlarına duyarlı, boyun eğmeyen, hakkını arayan, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür yurttaşlar yetiştirilmesi hedeflenmişti. Ancak son 23 yılda uygulanmak istenen eğitim sistemiyle biat kültürünü benimseyen, eleştirel düşünceden uzak, itaatkar bir nesil yetiştirilmek istenmektedir. Açık açık ‘dindar ve kindar nesiller yetiştirmek istiyoruz’ diyen bir siyasi oluşumun 23 yıllık iktidarı süresince, eğitimde laikliğe dair tüm kazanımlar saldırıya uğramıştır.
Dernek ve vakıf maskesi takmış tarikatlar, MEB protokolleriyle eğitimde cirit atmakta; sıbyan mektepleri açılmakta, yurdun dört bir yanında ‘medrese öğrencileri yürüyüşleri’ düzenlenmektedir. Bu süreçte Diyanet İşleri Başkanlığı, adeta paralel bir eğitim bakanlığına dönüştürülmüş; laik eğitim anlayışı daha da tasfiye edilmiştir. Bilimden uzak, akıl dışı öğretiler müfredata sokulmakta; eğitim kurumları, iktidara meşruiyet kazandıran ideolojik aygıtlar haline getirilmektedir. Öte yandan, eğitim sistemi giderek piyasalaştırılmakta; kamusal ve parasız eğitim hakkı ortadan kaldırılmaktadır. Her yurttaşını eşit gören bir Cumhuriyetten; yoksulluğun da zenginliğin de ‘kader’ gibi aileden evlada devredildiği bir ülke yaratılmıştır.
“Zorunlu eğitim ‘3+1’, ‘2+2’ gibi modellerle budanarak, çocukların daha erken yaşta eğitimden ayrılması hedeflenmektedir”
Türkiye bugün, eğitim harcamalarında velilerin omzuna en büyük yükün yüklendiği ülkedir. Devlet okullarında dahi çocuk okutmak, büyük bir harcama kalemi haline gelmiştir. Açıköğretim ve MESEM uygulamalarıyla çocuklar eğitimden koparılmakta, iş gücü piyasasına yönlendirilmektedir. Eğitim sistemimizin çocuklarımızı ortaklaştırma, farklılaştırma ve uzmanlaştırma amacı bugün ortadan kalkmış bulunuyor. Daha okula girerken farklılaşan, çatallaşan bir eğitim, toplumun olmaz ise olmaz özelliği olan bir arada yaşama arzusunu zayıflatır, toplumsal siyasi gelişmelere bağlı olarak ülkenin parçalanmasına dahi neden olabilir. Şimdi de zorunlu eğitim ‘3+1’, ‘2+2’ gibi modellerle budanarak, çocukların daha erken yaşta eğitimden ayrılması hedeflenmektedir. Bu uygulamalar, özellikle yoksul ve emekçi çocuklarını hedef almakta; onların hayallerinden koparılmasına, ucuz iş gücü haline getirilmesine yol açmaktadır.
“Üniversitelerimiz Cumhuriyet tarihinin en ağır kuşatması altındadır”
Laik, bilimsel eğitime dair bu öfke, elbette biz eğitimcilere de yönelmiştir. Eğitim emekçileri sistematik hak gasplarına, itibarsızlaştırma çabalarına ve emeğinin küçümsenmesine maruz bırakılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, bir zamanlar köyüne öğretmen geldiğinde bayram havasında kutlamaların düzenlendiği bir ülkeyken; bugün, öğretmenin hor görüldüğü, değersizleştirildiği bir ülkeye dönüşmüştür. Öğretmene parmak sallayan, ‘bizi okumuşların şerrinden koru’ diye dua eden liyakatsiz yönetici erkanının saldırısı altındayız. Meclis’te de yüzlerine söylediğimiz gibi ‘öğretmene parmak sallanmaz.’ Eğitim bir ekip işidir; bu uğurda tüm eğitim emekçilerinin katkısı hayati öneme sahiptir. Ne var ki, kadrolarına göz diken, haklarını hiçe sayan bir iktidar, her kademedeki eğitim emekçisini sefalete ve değersizliğe itmektedir. Bugün üniversitelerimiz de Cumhuriyet tarihinin en ağır kuşatması altındadır.
AKP iktidarı; yükseköğretimi, akademik özgürlüğü, bilimsel liyakati, düşünce özgürlüğünü ve gençliğin geleceğini gasp etmektedir. 12 Eylül faşist askeri darbesinin ürünü olan YÖK’ün iyice ceberrutlaştırılması ve 23 yıldır süren siyasal islam iktidarının akademi üzerindeki baskılarını yıldan yıla artırmasıyla, üniversiteler nefes alamaz hale getirilmiştir. Liyakata değil iktidara sadakate göre atanmış bu yöneticiler eliyle, ilerici akademisyenler ve üniversite çalışanları düzenli bir mobbinge, baskıya, keyfi soruşturma tehditlerine maruz kalıyorlar. Ülkenin en köklü, en gelenekli üniversiteleri, başlarında bir tane bile kabul görmüş makale kaleme almamış parti komiserleri tarafından yönetiliyor. Bu durum artık öyle Aziz Nesin hikayesi tadına geldi ki, üniversitelere açılan kadro ilanlarından acı fıkralar çıkarmak mümkün; fizik bölümüne ‘İslamın fizik üzerine etkisi’, fen bilimleri bölümüne eğitimde drama ve kukla alanında çalışmış olmak, spor bilimleri bölümüne ‘kurkumin takviyesi’ üzerine çalışma yapmak gibi sözüm ona araştırmalar yapmış olma kriterleriyle kadro ilanı veriyorlar. Üniversitelerimizi rant yuvalarına, apartman dairelerine sıkıştırılmış ticarethanelere dönüştüren bu düzen, gençliği geleceksiz bırakmaktadır.
“Cumhuriyetin eğitim emekçilerinin, laikliğin, bilimin, eşitliğin 20 yıllık direnişini kutluyoruz”
Biz, Eğitim İş olarak hep sorunları ortaya koyarken, çözümler öneren bir sendika olduk. 20 yıllık geçmişimiz bunu ortaya koymaktadır. Eğitim politikası, bilimsel ve laik esaslara dayalı ulusal uzlaşıyla belirlenmelidir. Ve eğitim sorunları, yüzeysel değil, bütüncül bir yaklaşımla çözülmelidir. Cumhuriyetin temeli eğitimdir. Bugün eğitimde yaşananlar, Cumhuriyetin temeline saldırıdır. Biz biliyoruz ki, Cumhuriyetin ilelebet yaşaması için Cumhuriyetçiler yetiştirmek gerekir. Biz de bu bilinç, sorumluluk ve kararlılıkla mücadele etmeye devam ediyoruz. Bugün burada sadece bir yıldönümünü değil, Cumhuriyetin eğitim emekçilerinin, laikliğin, bilimin, eşitliğin 20 yıllık direnişini kutluyoruz! Danton’un dediği gibi: ‘Ekmekten sonra halkın ilk gereksinimi eğitimdir.’ Biz, Eğitim-İş olarak, o ekmeği halkın sofrasına,o eğitimi çocuklarımızın geleceğine taşımaya kararlıyız!
İçinde bulunduğumuz süreç bizi mücadeleye çağırıyor. Bu mücadelede bilgiye, zekâmıza ve coşkumuza, örgütlü gücümüze ihtiyacımız olacak. Eğitim-İş bunun cisimleşmiş, kurumlaşmış adıdır!
Cumhuriyet ve emek mücadelesinde omuz omuza yürümeye devam edeceğiz! Ve biliyoruz ki; hak haksızlıktan yüce, sevgi nefretten üstün, aydınlık karanlıktan güçlüdür. Çaresi yok, biz kazanacağız! Birlikte kazanacağız! Eğitim-İş’in 20 yıllık mücadelesinde emeği geçen tüm örgütümüze, tüm üyelerimize teşekkür ediyor, daha nice yıllarda omuz omuza yürüyeceğimize olan inancımla hepinize saygılar sunuyorum. Yaşasın laik, bilimsel, kamusal eğitim! Yaşasın Eğitim-İş!”