Haber: Ahmet ÜN – Kamera: İsmet MİKAİLOĞULLARI
(DİYARBAKIR) – Tüyap Fuarcılık Grubu tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği iş birliğiyle ve Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın destekleriyle düzenlenen Diyarbakır 9. Kitap Fuarı, Mezopotamya Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde kapılarını açtı.
Bu yıl 9’uncusu düzenlenen Diyarbakır Kitap Fuarı, Mezopotamya Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde törenle açıldı. 200 yayınevinin yer aldığı ve 26 Ekim’e kadar açık olacak fuar kapsamında, Diyarbakır surlarının kurtarılmasında rol oynayan Fransız arkeolog Albert Louis Gabriel’in anısına hazırlanan ve 93 yıl önce çekilmiş fotoğraf ve çizimlerden oluşan “Gabriel’e Vefa” sergisi de ziyaretçilerle buluşacak.
Fuarın açılışı Diyarbakır Vali Yardımcısı Batuhan Taşgın, DEM Parti Milletvekili Sevilay Çelenk, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Doğan Hatun, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, TÜYAP Genel Müdürü İlhan Ersözlü, Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk ve çok sayıda davetlinin katılımıyla yapıldı.
Açılış töreninde konuşan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, Diyarbakır’ın 12 bin 500 yıllık tarihine vurgu yaparak, “Diyarbakır’da biz özellikle Mezopotamya Fuarları diye ismi de tam da anlatılan çok dilliliğin işte 33 medeniyet diyoruz bu kentte. 12 bin 500 yıllık bir tarih diyoruz. En önemli özelliği dünyada aynı merkezden yönetilen birinci kent olması yani 8 bin 500 yıldır İçkale’den yönetilen bir kentten bahsediyoruz. Yeri değişmemiş. Halen valiliğimiz orada. O zamanda dönem dönem, krallık, padişahlık hep orada gitmiş. Hemen hemen tek kent diyebiliriz. Bildiğim bizden sonra Suşa diye bir İran kenti var. 6 bin yıllık tarihi olan. Evet, onlar bunu çok iyi pazarlıyorlar. Turizmde olsun, kültür varlıklarında olsun. Biz biraz da bu kentteki, bu bölgedeki belki de Orta Doğu’nun merkezinde olma, biraz bu güzelliklerimizi, değerlerimizi tam olarak pazarlıyorum” dedi.
‘Yerel yönetimlerin bu fuarları düzenleme boyutuna geçmeleri gerekiyor’
Yerel yönetimlerin kentte düzenlenecek olan fuarlara desteğinin artması için çağrıda bulunan Kaya, şunları söyledi:
“Evet, kitap fuarları bizlerin Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası olarak biz kentimizde fuar yapmak konusunda gerçekten en önemli işlerimizden biri ki Başkanvekilimiz Erdal Bey’e de teşekkür ediyoruz. Bugün o onun özellikle emekleriyle gerçekleştirdiğimiz fuarlarımız var. Buradaki kadromuzla birlikte ama kitap fuarı bu kentin olmazsa olmazı. Bunu biliyoruz. Bu kitap fuarının yapılabilirliğinin sağlanması, bu kentte kitap fuarı yalnızca kitap fuarı değil. İşte İlham Başkanımız saydı; etkinlikler, imza günleri, 400’den fazla söyleşi. Şimdi bunlar dönüp kentte de dolaştığınızda sizler de çok geziyorsunuz biliyorum. Ama yerel yönetimlerin bu fuarları düzenleme boyutuna geçmeleri gerekiyor. Desteği aşarak birlikte düzenleyecek bir yöntemi bu kentte oluşturmazsak maalesef yayınevlerimizin de haklı yakınmalarıyla, işte maliyetlerle ilgili yakınmalarıyla maalesef kitap fuarları Anadolu kentlerinin genelinde yapılamaz hale dönüşecek. Bizim bunu yaşatmamız gerekiyor.”
‘Diyarbakır kültüre, kitaba, okurluğa, yazarlığa çok kıymet veren bir kenttir’
DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk ise bir kitap fuarının bütün konuklarının kıymetli, ancak en kıymetlisinin okurları olduğunu belirterek “Yani genellikle yazar olmadan kitap olmaz diye düşünülür. Oysaki bir metin ancak bir okurla buluştuğunda kitap vasfını kazanır. Biz bu fuarı bambaşka bir tarihsel konjonktürde, yeniden bir barış içinde bir arada yaşama kültürüne dönük güçlü bir umudun doğduğu bir kavşakta yapıyoruz. Bunu da ayrıca bir önemi var. Gerçekten de Diyarbakır, kültüre, kitaba, okurluğa, yazarlığa çok kıymet veren bir kenttir. Bir medeniyetler kavşağında yer alan bir kozmopolitliği yıllarca yüzyıllarca teneffüs etmiş bir kenttir. Dolayısıyla da kültüre verilen önemin arkasında böyle bir tarih vardır” ifadelerini kullandı.
‘Bir çocuğun hayal dünyasına hitap edecek bağ bahçeler çok kıymetli tabii’
Ünlü yazar Paul Oster’in “Eğer çocukların öykü, masal dünyasına girmesine izin verilmezse çocuklar çıldırır” sözünü hatırlatan Çelenk, şöyle devam etti:
“O geniş hayal gücünün ancak böyle bir dünyaya girişle besleneceğini söylerdi. Bu aslında benim kuşağım için Diyarbakır’da, çok şey ifade eden bir şey. Çocuklukları Diyarbakır’ın tozlu dar sokaklarında geçenler kitaplar olmasaydı gerçekten çok büyük bir yoksunluk çekerdik. Çünkü zaten başka hiçbir şey yoktu. Bir çocuğun hayal dünyasına hitap edecek bağ bahçeler çok kıymetli tabii. Onlar dışında hiçbir şey yoktu. Park yoktu, o yoktu, bu yoktu ve elimize geçen bir kitap en az 10 küçe dolaşırdı. Hepimiz sıraya girerdik. O klasikleri, o kitapları okumak isterdik. Tabii ki sözlü kültüre nasıl kitapla veda edildiyse kitabı da bugün yeni medyayla bir biçimde veda edildiğine dair bir kaygı da hep içimizi kemiriyor ama aslında bence bu kaygı çok böyle doğru bir kaygı değil ki kitap başka formlar altında hep devam ediyor. Hep de devam edecek. Onun yerini başka bir şey tutmayacak.”
Cervantes’in Don Kişot ile Ahmed-i Hani’nin Mem u Zin kitaplarından örnekler veren Çelenk, şunları söyledi:
“Biz tabii ki isteriz ki o elimizle tuttuğumuz, dokunduğumuz kitap devam etsin. O anlamda dayansın. Ve de kitaptan tasarruf olmasın. Tasarruf tedbirleri oraya gelmesin. Bir şey daha söylemek istiyorum. Böyle madem romandan, öyküden, masaldan söz ettim. 17. yüzyılda öyküden romana geçişin çağdaş bildiğimiz anlamıyla roman elbette yazarı Cervantes, İspanyol yazar. Hepimiz Don Kişot eseriyle biliriz. Biliyorsunuz bunu 17. yüzyılın başında yazmıştır. 1605’ler filandır diye hatırlıyorum. Aynı yüzyılın sonunda Ahmed-i Hani’nin Mem u Zin’i yazar. Benim için şu çok çarpıcı olmuştu. Hem Don Kişot’un önsözünde hem Ahmed Efendi’nin Mem u Zin’in önsözünde bu kitap neden yazıldığına dair bir şeyler vardır. Cervantes, Don Kişot’u şövalyeliğin bittiği bir dünyaya bir tür ağıt gibi diye tasarlamıştır. Şövalyeliği bir ruh zenginliği olarak düşünelim. Bir erdem olarak düşünelim. O anlamda da böyle bir şeydir. İşte o yel değirmenleriyle savaşır gibi olmak. Ahmed-i Hani’nin de eserini, o mazlum eserini, destansı eserini Kürtçe yazmasıyla ilgili daha işte, 17. yüzyılın sonunda birçok cümle koymuştur. Neden bu kitabı Kürtçe yazdım diye. Kürtçe yazdım der. Zannetmesinler ki ileride Kürtler kitapsızdır, kültürsüzdür diye Kürtçe yazdım der. Bu gerçekten böyle ve bir Amedli olarak benim için de çok başka bir şey ifade ediyor. O yüzyılda bir dilin, bir kitabın önemiyle önsöze başlamak.”
‘Kitaplar suç aleti olarak gösterildi’
CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise kitabın suç aleti ve suç unsuru olarak görülerek yakıldığı, dillerin kanunlarla yasaklandığı dönemlerden bugüne geldiklerini belirterek, şunları söyledi:
“Ben hatırlayanlar bilirler. Şirzat Kitabevi’nde çalıştım. Ortaokul, lisede, temel kitabevinde çalıştım Diyarbakır’da. Üniversitede kitabevinde çalıştım. Yazıları kitap sergilerine gittim, kitap sattım. 1980 askeri darbesinden hemen sonra Balıkçılar Başı’ndaki iş yerinden kilolarca naylon torba aldık. Evimizdeki kitapların tümünü o naylon torbalara teker teker ben yerleştirdim. Amcamın, Seyrantepe’de garajın arkasındaki gecekondusu bahçesine 12 Eylül’den sonra bizzat ben kendim gömdüm. Yakılmasın diye, yakmayalım diye. Ama biliyoruz ki o dönemde daha sonra da kitaplar hep yakıldı. Suç aleti olarak gösterildi. Yani suçlandı insanlar. Hem kitaplardan dolayı hem de kitap yazmaktan dolayı. O dönemlerden bu döneme geldik.”