(TBMM) – DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Sayın Abdullah Öcalan Kürt olgusunun Cumhuriyet’in yasalarına dahil edilmesi için demokratik entegrasyona dikkat çekerek ciddiyet ve sorumluluğa herkesi davet ettiğini belirtmiş. Peki, bunu nasıl yapacağız? Elbette demokratik entegrasyon yasalarını geçirerek yapacağız. Demokratik entegrasyon bölünme değil ama teslim olmak da değildir. Demokratik entegrasyon tarafların birbirini kabul etmesi ve birlikte yaşamayı esas almasıdır. Birlikte yaşamanın önünü açacak düzenlemeler bu yasaların bir an önce çıkarılmasına bağlıdır” diye konuştu. Bakırhan, ayrıca “Sürgündeki arkadaşlarımız ülkesine tutsak siyasetçiler meydanlara barış da artık bu topraklara dönmelidir” dedi.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM grup toplantısında Türkiye ve dünya gündemini değerlendirdi. Bakırhan, “2002’de haksız hukuksuz bir şekilde yaklaşık 3 yıl cezaevinde tutuklanmış kalan Semra Güzel arkadaşımız dün tahliye oldu. Aramıza hoşgeldi, geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bir önceki dönem milletvekilimiz olan Hüda Kaya’ya da bir buçuk yıllık bir ceza verildi. Ona da geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Bu ülkenin sorunlarının ceza nedeniyle konuşana, muhalefet edene ceza verilme ile çözülmeyeceğini bir kez daha belirterek konuşmama başlamak istiyorum” ifadelerini kullandı.
“4 Kasım sonrasında hukuk çok daha fazla keyfiyet alanına çekildi”
Bakırhan’ın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:
“Tam 9 yıl önce 4 Kasım 2016’da demokratik siyaset susturulmak istendi. Eş Genel Başkanlarımız Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte birçok milletvekilimiz bugün 9 yıl önce bugün evlerinden, iş yerlerinden tutuklanarak cezaevlerine gönderildiler. 4 Kasım 2016 saf bir hukuk operasyonu ve basit bir tutuklama dalgası değildi. Bu tarih iktidarın Kürt meselesine yaklaşımında yaşanan radikal bir paradigmanın aynı zamanda miladıydı. Hedef sadece tutuklanan arkadaşlarımız değildi. Onların temsil ettiği 3. yol paradigmasıydı. Demokratik Kürt siyaseti ile Türkiye sol sosyalist güçlerinin kurduğu ittifakı dağıtmaya dönüktü. Barışı ve eşitliği kararlıca savunanları cezalandırmaktı. 4 Kasım’da siyasi iradeye yapılan müdahale kısa bir süre sonra yerel yönetimlerle devam etti. O tarihlerde birçok belediyemize kayyumlar atandı. Bugün Sayın Ahmet Türk de burada. Onun da içerisinde olduğu birçok belediye eş başkanlarımız ve yöneticilerimiz de bu kumpas davaları sonucu cezaevlerine konuldu. O gün döşenen yol bugün Hakkari’den İstanbul’a uzanan kayyumlarla devam ediyor. Bu süreç hukuk bir siyasi araç olarak kullanılmasına geçişi hızlandırdı. Bugün birlikte yaşıyor, görüyoruz. 4 Kasım sonrasında hukuk çok daha fazla keyfiyet alanına çekildi.
“Bir an önce Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Kobani Kumpas davasında yargılanan arkadaşlarımız artık serbest bırakılmalıdır”
Bakın dün AİHM, Selahattin Demirtaş hakkında 8 Temmuz 2025’de verdiği bir kararda Kobani davasındaki tutukluğun siyasi saiklerle sürdürüldüğünü açıkça tespit etmiş ve tahliyesini istemiştir. İktidarın 8 Ekim’de son gün yaptığı itiraz reddedildi. Böylece Selahattin Demirtaş, Kobani kumpas davasında yargılanan arkadaşlarımızın kararı kesinleşmiş oldu. Türkiye AİHS’in 46. maddesi gereği bu ve daha önce verilmiş AİHM kararlarına uymakla yükümlüdür. Bu nedenle vakit kaybetmeden bir an önce Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Kobani kumpas davasında yargılanan bütün arkadaşlarımız artık serbest bırakılmalıdır. Dün de ifade ettim. Türkiye’nin normalleşmesi ve toplumsal barışın tesisi hukuka uymaktan geçer. Bu hukuksuzluğu sürdürmenin vicdani ve siyasi karşılığı artık kalmamıştır. Bu kısır döngü, bu ayıp artık bitmelidir. Yüksekdağ, Demirtaş, Ali Ürküt, Nazmi Gür, Alp Altınörs, Günay Kubilay, Aynur Aşan, Bülent Parmaksız, Dilek Yağlı, İsmail Şengül, Pervin Oduncu, Zeynep Karaman, Zeynep Örbeci, Zeki Çevik artık özgür olmalıdır. Ayrıca Leyla Güven, Selçuk Kozağaçlı, Osman Kavala, Can Atalay, Selçuk Mızraklı, Mehmet Sıddık Akış, Cihan Kahraman, Bekir Kaya, Ayşe Gökhan ve daha adını sayacağımız yüzlerce binlerce siyasi tutsak arkadaşlarımız da derhal serbest bırakılmalıdır. Yine Selim Sadak gibi sürgünde bulunan arkadaşlarımız da artık kendi topraklarına dönmelidir. Kumpas dosyaları kapanmalı, demokratik siyasetin alanı genişletilmelidir. Barışın temeli demokratik siyasettir. Sürecin güvencesi de demokratik siyasettir. Tam da 4 Kasım’ın yıl dönümünde bir kez daha çağrımızı açık ve net bir şekilde yapmak istiyoruz. Sürgündeki arkadaşlarımız ülkesine tutsak siyasetçiler meydanlara barış da artık bu topraklara dönmelidir. Bu dönüşlerin olabilmesi için devletin demokratik dönüşümü gereklidir. 1 Ekim’de başlayan süreç sadece bir barış süreci değil. Bu aynı zamanda devletin demokratik dönüşümünün imtihanıdır. Peki devletin demokratik dönüşümü ne demek? Çok basit bir şekilde bunu anlatmaya çalışacağım.
“Devlet ‘ben bilirim’ dedikçe hatalar büyüyor”
Türkiye hepimizin ortak evidir. Bundan ötürü duvarları tek tipçilikte örülen, pencereleri tek yöne baktırılan bir evde ne ortak yaşam olur, ne mutluluk olur. On yıllardır hatalar yapılıyor. Devlet ‘ben bilirim’ dedikçe hatalar büyüyor. Yurttaş küçülüyor, yurttaşın hakları küçülüyor. Devlet halkın hizmetkârı değil, sahibi gibi davrandı ve davranmaya devam ediyor. ‘Ben bilirim’ kibriyle halkın sesi boğdu. Türkiye’nin 1001 rengini, dilini, inancını bir tehdit olarak gördü. Toplumu tek bir kalıba zorlayarak kutuplaştırdı ve milyonları ortak evin dışına itti. Demokrasinin temeli olan dengele denetleme mekanizmaları yok edildi. Yargı siyasi bir aygıta dönüştürüldü. Meclis etkisiz kılındı. Yerel yönetimler merkezin kıskacıyla nefessiz bırakıldı. Kim kimi denetliyor? Belli değil. Bir denetleyen var mı? O da belli değil. Demokrasilerde Meclis yürütmeyi denetler. Yargı herkes için eşit çalışır. Hükümet de Meclis’e hesap verir. Peki Türkiye’nin bu durumda ihtiyaçları nedir? Devletin halka hükme hükmetmediği halka hizmet ettiği Bir düzen kurulsun. Hiç kimsenin kimliğinden ve inancından dolayı ötekileştirilmediği bir ortak yaşam inşa edilsin. Yargının bağımsız, meclisin güçlü ve yürütmenin şeffaf olduğu gerçek bir denetleme ve denge sistemi tesis edilsin. Sonunda şiddetle değil müzakere ve diyalogla çözülsün. Toplumsal barış sağlansın. İrade yerellerde olsun, halkın bizzat kendisinde olsun, güçlü bir yerel demokrasi güvence altına alınsın. Yaz gibi en kutsal hakka saygı duyursun. Bu vesileyle ifade etmek isterim ki dün Şırnak’ta ondan önceki gün Urfa ve Ağrı’da tazyelere yapılan çirkin saldırıları kabul etmiyoruz ve kınıyoruz. Barışmanın en gerçekçi yolu herkesin yas hakkına saygı göstermektir. Daha önce daha bu ve buna benzer onlarca öneri yapabiliriz. Fakat kısaca sözün özü, bir ülke barışla büyür, korkularla küçülür. Biz barışla ülkeyi ve demokrasisini büyütmek istiyoruz.
Kürt meselesi çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek
Bu süreç toplumun tüm kesimlerini içine almak zorunda. Bunun yolu 2024 Ekim’inde başlayan süreci gerçek bir demokratik dönüşüme çevirmekten geçiyor. Mardin’den Muğla’ya, Kars’tan Hatay’a herkes bu dönüşümün öznesi olmalı çünkü biliyoruz ki Kürt meselesi Türkiye’nin demokrasisinin kilit taşıdır. O taş yerine oturmadıkça üzerine inşa ettiğiniz hiçbir şey şey sağlam olmaz, haliyle Kürt meselesi çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek. Demokratikleşme genişledikçe hepimiz daha özgür ve rahat nefes alacağız.
“Sayın Öcalan’ın önerdiği demokratik entegrasyon ise ‘var ol’der”
Bu vesileyle dün yetkili Sayın Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirdik. Bir de açıklama yaptılar. Sayın Öcalan’ın ertesi ise hepimize Türkiye’deki emekçilere, yoksullara selam ve sevgileri var. Sağlığı ve moralinin güçlü olduğunu arkadaşlarımız söylediler. Sayın Öcalan dün özellikle tarih ve sosyoloji üzerinde durarak tarihsel Türk-Kürt ilişkilerini bu iki kulvardan onarmayı, güçlendirmeyi öneriyor. Tarihi bir mesele için büyük çalışmalar yapıldığını, bunu yaparken de özellikle çizgiler çekerek değil, kapsayıcı şekilde yıkıcı ve negatif değil, pozitif bakmak gerektiğini, altını özellikle çizdiğini belirtti arkadaşlarımız. Son olarak da Kürt olgusunun Cumhuriyet’in yasalarına dahil edilmesi için demokratik entegrasyona dikkat çekerek ciddiyet ve sorumluluğa herkesi davet ettiğini belirtmiş. Peki, bunu nasıl yapacağız? Elbette demokratik entegrasyon yasalarını geçirerek yapacağız. Peki nedir bu demokratik entegrasyon? Çünkü herkes bu süreci biraz kendisine göre okuyor, kendisine göre tarif ediyor. Biz gerçeğini söyleyelim. Demokratik entegrasyon kavramı özce birbirine alışma, birbirine sahip çıkma, birbirine uyumdur. Demokratik entegrasyonu zıttı olan asimilasyonla kıyaslayarak açıklamaya çalışacağım çünkü birileri bu süreci asimilasyon süreci olarak tarif ediyorlar. Yıllardır bu topluma dayatılan asimilasyon unut der. Dilini unut, kimliğini unut, benliğini unut, onurunu unut benim gibi ol der asimilasyon. Asimilasyon eritir. Yok eder, tek tipleştirir. Sayın Öcalan’ın önerdiği demokratik entegrasyon ise var ol der.
“Demokratik entegrasyon bölünme değil ama teslim olmak da değildir”
Demokratik entegrasyon bölünme değil ama teslim olmak da değildir. Demokratik entegrasyon tarafların birbirini kabul etmesi ve birlikte yaşamayı esas almasıdır. Farklı renklerin, kültürlerin bir araya gelip birbirini tamamlamasıdır. Önemli olan birlik ve uyumdur. Bunun yolu da demokratik entegrasyon yasalarıdır. Sıkça dile getirdiğimiz daha henüz bir adımın atılmadığı ama önümüzdeki günlerde atılacağına dair umudumuzu koruduğumuz entegrasyon yasalarıdır. Yani birlikte yaşamanın önünü açacak düzenlemeler bu yasaların bir an önce çıkarılmasına bağlıdır. Tarih bize bu fırsatı sunuyor. Vakit bu büyük dönüşümü gerçekleştirmek vaktidir. Bu tarihi fırsat hep birlikte bu tarihi fırsatı hep birlikte değerlendirelim, heba etmeyelim diyorum.”

