(TBMM) – DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun bir an önce terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ı dinlemesi gerektiğini” söyleyerek “Devletin gittiği yere siyaset neden gitmesin? Siyaset kurumu böylesi tarihi bir meselede neden en aktif şekilde görev almasın ki? Sayın Öcalan gibi bir aktörü atlamak mı yoksa sürece daha fazla dahil etmek mi doğru? Yanıt belli. Komisyonun Sayın Öcalan ile görüşmesi ve onu dinlemesi bu süreci daha da hızlandıracak ve topluma çok daha güçlü bir güven verecektir. Ön yargılarla yol alınmaz alınamıyor. Bu kürsüden bir kez daha diyoruz ki Komisyon gecikmeksizin İmralı’ya gitmeli, adada bu görüşmeyi gerçekleştirmelidir” diye konuştu.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, TBMM’de partisinin grup toplantısında Türkiye ve dünya gündemini değerlendirdi.
Kocaeli Dilovası’nda parfüm fabrikasındaki yangını hatırlatan Hatimoğulları, “6 yurttaşımız hayatını kaybetti. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyorum ve yaralılara acil şifalar diliyorum. Bunu bize iş kazası diye yutturmaya çalışıyorlar. Hayır, bu bir iş kazası değil, bu düpedüz bir iş cinayetidir. Ölenlerin 2’si çocuk. Yani okulda olmaları gerekiyor. Çalışmaları gerekmeyen, okulda olması gereken iki çocuk. Ölenlerden biri emekli olması gereken 65 yaşında bir insan. Bu yangın, kahrolası sistemi, acımasızca çocukların, kadınların bir türlü emekli edilmeyen yaşlıların emeğinin nasıl sömürüldüğünü, can güvenliklerinin nasıl hiçe sayıldığını gösteriyor” diye konuştu.
“Sizin iktidarınız değil mi ki bu davaları siyasallaştıran?”
AB Komisyon’unun 2025 Türkiye Raporu’nun 4 Kasım’da yayınlandığını belirten Hatimoğulları, şöyle devam etti:
“Bu sadece bir rapor değil, Türkiye’nin bugününün röntgenidir. Bir röntgendir o, tespit net. Her alanda geriye bir gidiş var. Demokraside, hukukta, haklarda, özgürlüklerde geriye gidiş. 2018’den beri AB ile müzakereler dolmuş durumda. Ve rapor diyor ki: ‘Ciddi ve derin endişeler var.’ Yargıda kriz var. Demokraside çöküş, temel haklarda alarm var. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi güçler ayrılığını yok etti. İnsan hakları kötüleşiyor. Muhalefete baskılar devam ediyor. Bunlar AB’nin tespitleri. Bu tespitlere Dışişleri Bakanlığı nasıl bir yanıt verdi, sizce? ‘Ön yargılı bir rapor’ dedi. Bakan ve Bakanlık Türkiye’yi gittikçe kötüye götüren bu koşulların açıklamasını ve savunmasını yapmaya çalışıyor. Oysa yapılması gereken bu hakikatle yüzleşmek, oysa yapılması gereken ülkeyi daha da götüren bu savunmadan vazgeçmek ve bunları düzeltmek.
Raporun adı ‘ilerleme raporu’ değil. Sadece Türkiye raporu ve bu mesaj açıktı; ilerleme yok. Bırakın yerinde saymayı, gerileme var. En basitinden AİHM kararları kesinleştiği halde uygulanmıyor. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün Kobani kumpas davası tutukluları, Osman Kavala, Can Atalay, Gezi direnişi tutukluları bir saniye dahi içeride kalmamalı.
Bakın Adalet Bakanı bu kararlara ilişkin verdiği yanıt ve değerlendirme nasıl biliyor musunuz? ‘Bazı davalar siyasallaştırılıyor’ diyor. Sizin iktidarınız değil mi ki bu davaları siyasallaştıran? Selahattin’leri, Figen’leri, Can Atalay’ları, AİHM’in ve AYM’nin kararlarına rağmen içeride tutarak siyasal kararlar alan sizler değil misiniz? Yargıyı da bu davaları da siyasallaştıran düpedüz sizsiniz. Türkiye’nin itibarını zedelemeye devam ediyorsunuz. Bir an önce bundan vazgeçin. AYM kararları ve AYM kararları uygulansın. Kobani kumpas davasından yargılananlar ve Gezi Direnişi davasından yargılanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın.
“Ekrem İmamoğlu ve seçilmişler derhal serbest bırakılmalıdır”
Geçtiğimiz çarşamba günü Edirne’de sevgili Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ettik. Onun selam ve sevgilerini sizlere iletmek isterim. Bugün Sayın Ekrem İmamoğlu seçilmiş kimi belediye başkanlarının ve arkadaşlarının hakkındaki iddianamenin çıkmasını bekliyoruz. Bu dava da yargının siyasallaştığının en önemli göstergesidir. Ekrem İmamoğlu, seçilmiş belediye başkanları ve belediye eş başkanları pekala tutuksuz yargılanabilirler. Buradan bir kez daha diyoruz ki Ekrem İmamoğlu ve seçilmişler derhal serbest bırakılmalıdır. Geçen hafta İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ne yaptı? Gezi davası tutuklusu Tayfun Kahraman hakkında Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı üzerine yapılan yeniden yargılama talebini reddetti. Bu talebi reddederken Anayasa Mahkemesi’ni yetki gasbıyla suçladı. Yanlış duymadınız, Anayasa Mahkemesi’ni yetki gasbıyla suçladı. Bu düpedüz bir akıl tutulması. Alt mahkeme en üst merciyi suçluyor. Kararını tanımadığını söylüyor. Hukukun ayaklar altına alınması, siyasi rekabetin düşmanlığa dönüşmesi, barışın önündeki en büyük bariyerlerdir. Türkiye’yi komple bir cezaevine dönüştürdüler. Bütün harflerle cezaevleri yaptılar. S ve Y tipi yani kuyu tipi, tabut tipi hapishaneleri hala inşa etmeye devam ediyorlar ve orası mahbuslar için bir işkencehaneye dönüşmüş durumda. Mahpusların yaşam, sağlık, iletişim ve insan onuruna yakışır koşullarda tutulma tutulma haklarında sistematik bir biçimde bir ihlal var.
“Türkiye’nin AB raporunu ters düz etmesi için tarihi bir fırsatı var”
Hükümet AB raporunu görmezden gelmemeli. Bu durumu daha fazla sürdürmemeli. Türkiye’ye daha çok zarar vermekten vazgeçmeli. Türkiye’nin bu raporu ters düz etmesi için tarihi bir fırsat var. İç barış sürecini başlatmak, demokrasiyi güçlendirmek, hukuku ayağa kaldırmak için daha fazla cesaret zamanı, daha fazla demokrasiyi sahiplenme zamanı, daha fazla barışı ve demokrasiyi bir bütün olarak görerek mücadele etme zamanı, harekete geçme zamanı. Bunu hep beraber yapabiliriz ve barışı hep birlikte büyütebiliriz.”
“Barışa giden yolda demokratik siyasete çok önemli görevler düştüğünü” vurgulayan Hatimoğlulları, “Bu süreçte elbette Meclis’e, iktidara ve bütün muhalefete önemli görevler düştüğünün altını her fırsatta çizdik, çizmeye devam edeceğiz. Ama esas olarak barışa ruh katacak ve barışı örgütleyecek olan demokratik siyaset alanıdır” dedi.
“Bu aşama savaş stratejilerinin değil barış stratejisinin konuşulması gereken bir aşama”
Tülay Hatimoğulları, geçen yasama yılının açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM Partili yöneticilerle tokalaşmasıyla başlayan sürece değinerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bakın bir yılı aşkındır devam eden süreç ikinci aşamaya geçmiş durumdadır. İkinci aşama demokratik siyasetin zamanıdır. Bu aşama savaş stratejilerinin değil barış stratejisinin konuşulması gereken bir aşama. Barış stratejisi silahların gölgesinden tamamen çıkıp demokratik siyasetin ışığına yürümektir. Bu aşama geçilecek en önemli kapının eşiğidir. Bu dönem örgütlü halk iradesinin, yerel yönetimlerin, sivil toplumun, demokratik kamuoyunun aktif rol alabileceği bir dönem.
“İktidar içinde iktidar adına açıktan barış karşıtlığı yapan manşetler görebiliyoruz”
Daha fazla barışın ve demokrasinin sözünü kurmalıyız. Biz örgütlenmezsek şayet, barış karşıtları örgütlenir, savaş örgütlenir ve nefret örgütlenir. Tarihi fırsatın önüne set çekenler çatışma ve kutuplaşma ekonomisinden beslenenler var. Siyaseten barış karşıtlığından nemalanmak isteyenler var. İktidar içinde iktidar adına açıktan barış karşıtlığı yapan manşetler görebiliyoruz. Bu manşetler barış adına büyük bir utançtır. Barış korkusu yaşayanlar, savaşın devamından beslenenler, toplumsal yaraların derinleşmesinden medet umanlar yüzyıllar geçse de tarih huzurunda ve halkların vicdanında kötülüğün timsali olarak anılacaktır. Barışa karşı çıkmak gelecek nesillere karşı işlenmiş tarihi bir suçtur. Barış basitçe anketlere, memnuniyet testlerine, belirsiz kamusal araştırmalara indirgenemez. Barış ve Kürt sorununun çözümü kimi siyasi partilerin seçim hesaplarına kurban edilemez.
“Komisyon gecikmeksizin İmralı’ya gitmeli, adada bu görüşmeyi gerçekleştirmelidir”
Sayın Öcalan’ın barış için verdiği mücadele, açtığı yollar çok eskiye dayanır. Bunu doğru okumak lazım. Biliyoruz Sayın Öcalan’a karşı toplumda farklı algılar var, çok farklı duygular var. Bunu anlıyoruz, farkındayız ve görüyoruz ama toplum olarak hep birlikte şunu görmeliyiz. Yıllar içinde tutulan bir irade, barış için ısrarla verilen bir mücadele var. İmralı’da geçen çeyrek asrı aşkın bir hayat… Bu sürede kaleme alınan yol haritaları, sunulan çözüm önerileri, sürekli yapılan barış çağrıları var. Bunlar gösteriyor ki barış bir taktik değil, geçici bir manevra değil, stratejik bir tercihtir. Sayın Öcalan yaklaşık 30 yıl önce yayınlanan röportajında bile ‘Halis muhlis Anadolu çocuğuyum’ diyor. İstediği barış Anadolu ve Mezopotamya halklarının yararınadır ve bütün Türkiye’nin faydasınadır.
1 Ekim 2024’te başlayan süreçte Sayın Öcalan’ın kararlılığı çok kritik. İlk günden beri pozitif dil kurdu, yapıcı öneriler yaptı. Her tıkanmada yol açtı, tarihi konulara takılmadı. Toplumun önüne negatif gündemleri getirmedi. Daima sağduyuyla hareket etti. Sayın Cumhurbaşkanı ne dedi? ‘Şu anda İmralı bu konuyla ilgili her türlü desteği verdi, veriyor.’ Önemli bir tespit. Sayın Bahçeli ne söyledi bu konuda? ‘Meclis’te kurulan komisyondan seçilecek milletvekillerinin İmralı’ya giderek ilk ağızdan mesajları alması süreci güçlendirecektir.’ Son derece önemli bir vurgu. Bu soruyu sormaya sanırım hepimizin hakkı var. Devletin gittiği yere siyaset neden gitmesin? Siyaset kurumu böylesi tarihi bir meselede neden en aktif şekilde görev almasın ki? Bakın 13 aydır bu süreç devam ediyor ve bir ölü haberi almadık. Bu bizim için büyük bir mutluluk, büyük bir motivasyon nedeni değil midir?
Sayın Öcalan gibi bir aktörü atlamak mı yoksa sürece daha fazla dahil etmek mi doğru? Yanıt belli. Sayın Öcalan’ın rolünü tam oynayabilmesi, ortaya koyduğu iradenin 86 milyon yurttaşımızın ortak kazancına dönüşebilmesi sadece bizim talebimiz değil, herkesin talebi olmalıdır. Komisyonun Sayın Öcalan ile görüşmesi ve onu dinlemesi bu süreci daha da hızlandıracak ve topluma çok daha güçlü bir güven verecektir. Önyargılarla yol alınmaz, alınamıyor. Barışla dağlar ve denizler açılır. İşte sağduyu bu, işte gerçeklik bu. Bizler böylece toplumsal dokuyu hep beraber onarabiliriz. Güvensizliği güvene, nefreti sevgiye böyle dönüştürebiliriz. Sözde değil, özde kardeşliği böyle tesis edebiliriz. Ezcümle bu kürsüden bir kez daha diyoruz ki, Komisyon gecikmeksizin İmralı’ya gitmeli, adada bu görüşmeyi gerçekleştirmelidir.”

