(TBMM) – DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “1920, 1921, 1922’deki Mustafa Kemal tarihin tozlu raflarına gönderilirken 1923 sonrasının Atatürk’ü resmi alıntının baş köşesinde tutuluyor. 1921 Anayasası’nı kaleme alırken yerel demokrasiyi kabul eden Mustafa Kemal’i tarihten silmemek gerek. Bu hakikati silen resmi anlatıyı artık bir tarafa bırakmalıyız. 1921’in yerelliği önceleyen o kurucu ufku bugün unutulmuş bir imkan olarak karşımızda duruyor. Tam 106 yıl önce Erzurum Kongresi’nin sonuç bildirgesinde Türk-Kürt ortaklığına atfen ‘Saadet ve felakette tam ortaklığı kabul eder ve gelecek hakkında aynı amacı hedef alır’ diye yazılır. Yani daha kuruluş aşamasında ortak vatan fikri ile hukuk fikri yan yana duruyor, sonra hukuk kısmı unutuluyor” diye konuştu.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında, TBMM Genel Kurulu’nda 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi’nin tümü üzerinde görüşmeler devam ediyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, TBMM Genel Kurulu’ndaki bütçe görüşmelerinde konuştu.
Konuşmasına Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş şahsında cezaevlerindeki siyasi tutukluları anarak başlayan Bakırhan, “Sevgili Sırrı Süreyya Önder şahsında da yıllardır bizimle birlikte barış ve demokrasi mücadelesi veren ama bugün aramızda olmayan bütün arkadaşlarımızı da rahmet ve minnetle anıyorum. İstanbul’da bir uyuşturucu operasyonu sırasında yaşamını yitiren polis memuru Emre Albayrak’a Allah’tan rahmet ailesine başsağlığı dileklerimi ileterek konuşmama başlamak istiyorum” dedi.
Bakırhan, toplumsal barışı konuşulduğu günlerde 2026 bütçesinde savunma ve güvenlik kalemlerine ayrılan kaynağın önceki yıla oranla yüzde 34 oranında arttırıldığına dikkat çekerek “Savunma ve güvenlik harcamaları arttırılırken sosyal devletin, adaletin, yerel demokrasinin, barışın ve hukukun bütçesi kısılıyorsa orada bir tercih konuşuyoruz demektir. Türkiye her devlet gibi savunma ve güvenlik için tabii ki bütçe ayıracak ama savunmaya 10 verilip sağlık, eğitim ve adalete bir bırakılıyorsa bu denge sorunu değil, bir tercih sorunudur” ifadelerini kullandı.
“1960’lı yıllarda milli iradeye saygı esas alınsaydı başbakanını ve bakanlarını idam eden bir ülke utancını hafızalarımızda taşımayacaktık”
Türkiye tarihi boyunca yaşanan bazı tarihsel kırılmaların siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatı baş aşağı götürdüğünü söyleyen Bakırhan şöyle konuştu:
“Takvimler 4 Mart 2025’i gösterdiğinde Cumhuriyet yönetimi takrir-i sukunda değil demokratikleşme rotasında ısrar etseydi Türkiye’nin harcı demokrasi ile karılırdı. 1960’lı yıllarda demokrasinin özü olan milli iradeye saygı esas alınsaydı başbakanını ve bakanlarını idam eden bir ülke utancını hafızalarımızda taşımayacaktık. 1970’li yıllar demokratik olgunluk içerisinde geçseydi ne gencecik insanlarımız idam giderdi ne 24 Ocak kararlarıyla emekçiler hedef alınır ne de 12 Eylül’de tank paletleri siyasetçileri ve halkı ezebilirdi. 1992’de bir halkın bayramı olan Nevruz tehdit olarak değil ortak değer olarak kabul edilseydi karanlık yapılar 90’lı yıllarımıza kara basan gibi çökmeyebilirdi. 2007 yılında bu ülkede vesayetçilerin değil demokratik normların sözü geçerli olsaydı 367 adlı darbe girişimi tarihimizin kara sayfalarında yer almazdı.
Tarih 15 Temmuz darbe girişimini yazdığında cevabımız 20 Temmuz OHAL ilanı değilde daha fazla demokrasi, adalet ve hukuk olsaydı bu ülke Orta Doğu’nun tüm halklarına büyük bir umut olacaktı. Bugün riskleri ve tehditleri değil umutları, emekçilerin, ezilenlerin bütçesini konuşuyor olacaktık. Takvimler 4 Kasım 2016’ya geldiğinde Selahattin’ler, Figen’ler evlerinden alınmasaydı, belediyelere kayyum atanmasaydı demokratik siyaset darbelenmezdi. 2025’ten objektifleri geçmişin acı hatıralarına çevirdiğimizde antidemokratik her uygulama bu ülkenin yurttaşlarına yoksulluk, gözyaşı, acı ve keder olarak döndü. Türkiye’de cumhuriyet demokrasi ile buluşsaydı bu topraklarda yaşayan her yurttaşın bambaşka bir hikayesi olabilirdi.”
“Kürt meselesi kandırılmış ya da aldatılmış bir topluluğun problemi değildir, eşit yurttaşlık ve demokratik haklar meselesidir”
Bakırhan, 1923 sonra başlayan Kürt isyanları ve bu isyanlar karşısında gelişen bastırmaların Türkiye tarihinde önemli bir kırılma yarattığını belirterek “Kürt meselesini konuşurken önce şunu tespit etmemiz gerekiyor. Bu ülkeyi bir asırdır yönetenlerin en temel hatası Kürt meselesini yanlış teşhis etmesidir. Teşhisi yanlış olunca Kürt sorununu ortadan kaldırma yolları da hep hatalı oldu. Kürt meselesinde yıllardır hep düğüm üstüne düğüm atılıyor. Bu düğüm adeta Gordion düğümüne dönüştü. Yıllar boyunca bu mesele terör parantezine sıkıştırıldı. ‘Geri kalmışlık’ denildi. ‘Kandırılmış, aldatılmış bir avuç insan’ denildi. Oysa Kürt meselesi az gelişmişlik sorunu değildir. Kürt meselesi kandırılmış ya da aldatılmış bir topluluğun problemi de değildir. Kürt meselesi terör sorunu hiç değildir. Eşit yurttaşlık meselesidir. Demokratik haklar meselesidir. Bir varlık meselesidir ama en önemlisi Kürt meselesi bir hukuk meselesidir” ifadelerini kullandı.
Kürtün hukukunu tanımanın üniter devlet için de pekala mümkün olduğunu söyleyen Bakırhan, “Üniter devlet demek ne devletin inkarı ne de Kürtün inkarıdır. Kürtlerin eşit yurttaşları olarak hakkını savunması üniter devlet için bir risk değil, aksine bir güvencedir. Kürt meselesi günlük siyasetin gürültüsüne kurban edilecek bir başlık değil. Canların yitirildiği, ocakların söndüğü tarihsel bir olgudur. Kürt meselesi yıllarca düğüm aklıyla yönetildi ve sonuç hep hüsran oldu. Artık barış siyasetini çözüm aklıyla kuralım diyoruz” dedi.
“1921’in yerelliği önceleyen o kurucu ufku bugün unutulmuş bir imkan olarak karşımızda duruyor”
Bakırhan, devletin baktığı tarih ufkunda bazı hakikatlerin görmezden gelindiğini ileri sürerek şunları kaydetti:
“1921 Anayasası’nı hazırlayan komisyonun sözcüsü İsmail Suphi Soysallı Birinci Meclis tutanaklarında yerelliği önceleyen adımlar öneriyordu. Benzer şekilde Mustafa Kemal meselesinde de hakkaniyetin tezini kurmak gerekiyor. 1920, 1921, 1922’deki Mustafa Kemal tarihin tozlu raflarına gönderilirken 1923 sonrasının Atatürk’ü resmi alıntının baş köşesinde tutuluyor. 1921 Anayasası’nı kaleme alırken yerel yerel demokrasiyi kabul eden Mustafa Kemal’i tarihten silmemek gerek. Tarihin tozlu raflarından indirmek gerek. Bu hakikati silen resmi anlatıyı artık bir tarafa bırakmalıyız. Gerçeğe odaklanmalıyız. 1921’in yerelliği önceleyen o kurucu ufku bugün unutulmuş bir imkan olarak karşımızda duruyor. Tam 106 yıl önce Erzurum Kongresi’nin sonuç bildirgesinde Türk-Kürt ortaklığına atfen şunlar yazılır. Saadet ve felakette tam ortaklığı kabul eder ve gelecek hakkında aynı amacı hedef alır. Yani daha kuruluş aşamasında ortak vatan fikri ile hukuk fikri yan yana duruyor. Sonra hukuk kısmı unutuluyor. Cumhuriyet Kürtlerin omuz verdiği bir kurtuluşun ardından ilan ediliyor ama Kürt’ün hukuku kurucu metinlerin dışına itiliyor.
Sayın Devlet Bahçeli, 18 Kasım 2025 tarihli grup konuşmasında Cumhuriyet’in kuruluş dönemine dair çok önemli bir tespitte bulundu. Hazırlık ve mayalanma dönemi kongreler marifetiyle yani demokratik yollarla icra edilmiştir demesi aslında bugün daha fazla demokrasiyi esas almayı işaret ediyor. Nasıl ki o gün Osmanlı İmparatorluğu’nun derin bunalımı kongreler ve Meclis eliyle yani halkın iradesinin çoğulcu temsil biçimiyle aşılabildiyse bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bölgesel tehditlere ve içerideki çoklu krizlere çözüm de ancak demokrasi ile mümkün olacaktır. Tarihe dürüstçe baktığımızda Balkanlarda yaşanan ağır yenilginin önemli sebeplerinden birinin Anadolu’da sağlanamayan birlik olduğunu görürüz. Kürt tehlikede ise Türk de tehlikededir. Kaderleri iç içe geçen iki halkız. Milli mücadelenin kazanılmasının sırrı ise Anadolu’da sağlanan birlikteliktir.”
“Öcalan’ın ‘darbe mekaniği’ ifadesi çok çarpıtıldı”
Terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “darbe mekaniği” ifadesinin çok çarpıtıldığına değinen Bakırhan, “Darbe mekaniği birbirinden ayrıksı görünen birçok çevrenin tarihsel korku ve refleks örgütleyerek harekete geçirmesidir. Darbe mekaniğinin üstesinden barış iradesini, çözüm kararlılığını güçlendirerek ancak gelebiliriz” dedi.
Bakırhan, Öcalan’ın bu Kürt sorununun çözümünde yok sayılması mümkün olmayan bir aktör olduğunu işaret ederek “1993’ten bu yana farklı dönemlerde çeşitli ateşkes ve müzakere çağrıları yaptığını hepimiz biliyoruz.1 Ekim 2024’te Meclis açılışı vesilesiyle başlayan çözüm tartışmaları bir kez daha bize şunu gösterdi. Bu mesele susturarak değil, konuşarak çözülür. Çatışmanın sona ermesi yönünde etkisi olabilecek Her aktör hukuk çerçevesinde şeffaf ve demokratik bir müzakere zemini içinde bulunmalıdır. Bu sürecin seyrini belirlemiş Öcalan’ın barış için söz kurması kadar doğal bir şey yoktur. Bunun yolu da yaşam, iletişim ve çalışma şartlarının sağlanmasındadır” diye konuştu.
Bakırhan’dan iktidara: “Lütfen biraz daha kararlılık, samimiyet ve cesaret gösterin”
Yürütme erkine seslenen Bakırhan, “İktidardaki güç olarak en büyük sorumluluk sizin omuzlarınızdadır. Devleti kurtarmak sadece savaşta değil, barışta dirayet ile de olur. Bugün yüzlerce yıllık tarihe geçecek eşiğin tam ağzındasınız. Lütfen biraz daha kararlılık, samimiyet ve cesaret gösterin. Güvenlikçi çizgide ısrar edenlere de sesleniyorum. Her kavga elbette bir gün sulh ile biter. Her çatışma nihayetinde konuşarak diyalogla ve müzakere ile biter. Silahlı Kuvvetleri’nin en deneyimli kişileri bile ‘bu iş silahla bitmez’ demektedirler. Sizlerden beklenen barış çabalarına engel olmak değil, tam tersine kolaylaştırıcı olmaktır. Çatışmasızlık herkesin kazandığı bir atmosferdir. Barıştan daha büyük bir ulusal güvenlik olabilir mi?” diye sordu.
Bakırhan, ana muhalefet partisine de çağrıda bulunarak “İlkesel bir duruşla barışı bu ülkeye armağan etmek zorundayız. Bundan daha kutsal bir siyasal görev önümüzde yok. Kürt meselesinde çözümden yana olmayan, çözümü başka bahara erteleyen bir muhalefet Türkiye’ye alternatif olamaz. Bu sorunun çözümü sadece devlete ve iktidara bırakılamaz” dedi.
Kürsüden merkez sağ kararsız ve milliyetçi seçmenlere de seslenen Bakırhan, “Bu ülkede hiçbir halkı ötekileştirmeden onlara da hakkını teslim ederek birliği sağlamak mümkündür. Zora dayalı birliktelik değil dayalı birlikteliği kurmaktan sizler de sorumlusunuz. Önce diyalog, önce hak diyebilmelisiniz. Türkiye’nin tüm renklerine sesleniyorum. Gelin ön yargıları kaldıralım. Eşitlik temelinde kardeşlik hukukunu canlandırarak ülkeyi güçlendirelim, demokratikleştirelim diyorum. Türkiye hepimizin ülkesidir” diye konuştu.
“Bu sefer başarmak istiyoruz, başaracağız”
Bakırhan, demokratik Türkiye’nin taşıyıcı ve inşa edici gücü olmaya hazır olduklarını ifade ederek son grup konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu sefer başaracağız” sözlerine atıfta bulunarak “Biz de buradan açıkça ifade ediyoruz. Evet, bu sefer başarmak istiyoruz. Başaracağız” dedi.

