(İZMİR) – İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, uluslararası sözleşmelerde yer alan hakların hayata geçirilmediğini belirtirek, “Hak ihlallerinin artık en üst seviyeye çıktığı bir süreci yaşıyoruz” dedi.
İzmir Barosu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü kapsamında Baro binası önünde basın açıklaması yaptı. İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz, 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin, aradan geçen 77 yıla rağmen uygulanmadığını vurguladı. Yılmaz, şöyle konuştu:
“Bugün 10 Aralık 2025. Tam 77 yıl önce 1948’de Paris’te İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin imzalandığı gün. Uluslararası bir sözleşmede birçok hakkın yazılı hâlde bulunması ya da yazılı hâle dönüştürülmesi, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan insanlık dramlarının ortaya çıkardığı sonuçların bertaraf edilmesine yönelik bir çaba gibi görünse de aslında bu çabanın bugüne yansıyan yüzünün ne yazık ki beklenen sonuçları vermediğini görüyoruz. Evet, bir İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi var. Oradaki hak ve özgürlüklerle ilgili iç hukuk düzenlemelerimiz var. Ama bu iç hukuk düzenlemeleri ve uluslararası sözleşmelerin ne yazık ki hayata yansımadığı, yaşamımıza etkili olmadığı, aksine yok sayıldığı ve bu kurallardan uzaklaşıldığı, hak ihlallerinin artık en üst seviyeye çıktığı bir süreci yaşıyoruz.
Ama işte bugün en azından bu hak ihlalleriyle ilgili, temel hak ve özgürlüklerle ilgili düşündüklerimizi, isteklerimizi, taleplerimizi hayata geçirmek adına söylemek istediklerimizi söylediğimiz ve farkındalık yarattığımız bir gün olsun istiyoruz, güncel olsun istiyoruz ve bu hakları geliştirmek, bu haklarla ilgili mücadeleyi devam ettirdiğimizi ifade etmek için bu güne özel bir basın açıklaması hazırladık.”
“Birçok hak ve özgürlüğün rafa kaldırıldığını, uygulanmadığını görebiliyoruz”
Basın açıklamasını Baro adına Avukat Erdem Oktar okudu. Oktar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yalnızca Batı liberalizminin değil, dönemin politik dengeleri ve Sovyetler Birliği’nin etkisiyle şekillendiğini belirterek, şunları söyledi:
“İçinden geçmekte olduğumuz süreçte hem dünyada hem de ülkemizde insan haklarının bölünmezliği ilkesi bir yana beyannamede kayıt altına alınmış olan birçok hak ve özgürlüğün rafa kaldırıldığını, uygulanmadığını görebiliyoruz. Dünyanın gözü önünde Filistin’de bir ülke, bir halk yok edildi. Dünyada barış için kurulduğu iddia edilen Birleşmiş Milletler’in (BM) etkisi altında tutan emperyalist güçler BM’yi tepkisizliğiyle, güçlünün yanında yer alışıyla bir savaş aparatına çevirdi. Suriye’de yaşanan iç savaş ve sonrasındaki süreç yine tüm dünyanın gözü önünde cereyan etti. Dünyanın dört bir yanında savaşlar, kıyımlar, açlık, yoksulluk, önlenebilir basit hastalıklardan kaynaklı ölümler, birçok ülkede temiz suya dahi ulaşma imkanının bulunmaması İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin insani, hak temelli ve evrensel niteliğini fiilen ortadan kaldırdı.
Ülkemizde yaşanan haksız ve hukuka aykırı tutuklamalar, kayyum atamaları, gösteri ve ifade özgürlüğünün önündeki hukuk dışı engeller, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, engellilerin, LGBTİ+’ların, mülteci ve sığınmacıların haklarının her fırsatta geriletilmeye çalışılması, dışlanan, düşmanlaştırılan tüm kesimler üzerindeki baskılar ve dahası yoksullukla, güvencesiz bir hayatla imtihan edilen koca bir toplumun verdiği yaşam mücadelesi insan hakları konusunda hangi noktada olduğumuzu ortaya koyan somut göstergelerdir.
“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak yerine bir reform politikası uygulanabilseydi yüzlerce kadın yaşıyor olacaktı”
Gerekli tedbirler alınsaydı ne İzmir depreminde 117 yurttaşımızı, ne Hatay depreminde resmi rakamlara göre 50 bin dolayında insanımızı yitirecektik. Michael Adufu gerekli müdahaleler yapılsaydı bugün hayatta olacaktı. MESEM’de çocuk emeği sömürülmeseydi bugün o çocuklar mutlu, çocuklar için seslerini yükselttiği için tutuklanan 16 genç özgür olacaktı. Kadın cinayetlerinin politik olduğu ve durdurulması için İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak yerine gerçek bir reform politikası uygulanabilseydi yüzlerce kadın bugün yaşıyor olacaktı. Çocuk istismarının önüne geçilebilseydi tüm çocuklar özgür, güvenli ve mutlu bir şekilde yaşayabilecekti. Vahşi doğada yaşam mücadelesinden pek de farklı olmayan ‘ekmek kavgası’ gündelik yaşantımızın bir rutini haline gelmeseydi, insanlar bir maaşlarını kiraya verip açlıkla mücadele etmeseydi bugün ülkemiz bilimde, kültürde, sanatta, edebiyatta çok daha ileri, çok daha mutlu bir toplum olabilecekti.
Tüm olumsuzluklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere karşı insan hakları için mücadelenin büyüyerek sürmesi gerekmektedir. İzmir Barosu olarak bu onurlu mücadelede tuttuğumuz yeri daha da ilerleterek özgür, eşit, müreffeh bir uygarlık için tüm çabamızı göstermeye devam edeceğiz. İnsanlık, eşitlik ve özgürlük kazanacak.”

