A Milli Takımının Avrupa’da son maçlarına Türkiye’den gösterilen ilgi, ülkeyi yönetenlerin toplumun ilgisini gerçek sorunlardan saptırma olayıdır. Kendilerini halkı güdümlemekle görevli sayan basın yayın organlarının olayı heyecanlı başlıklarla gündemde tutmaya çalışması, Cumhurbaşkanının işi gücü bırakıp Avrupa’ya maç izlemeye gitmesi bunun kanıtlarındandır.
Merak ettiğim konu, işçi, esnaf, köylü ve her sınıfım emekçisi olan kadınların bu konuya ne kadar ilgi duyduğudur. Yayımlanan görsellere bakarak bu kesimlerin sokaklara çıkarak veya tribünleri ağzına kadar doldurarak bu çılgın kalabalıklar arasında yer almadığını anlayabiliriz. Peki gene de gösteri için caddeleri dolduran, spor salonlarına sığmayıp kapılarda bekleyen ve gösterilerini orada yapan insanlar hangi toplum kesimlerinden? Gün geçmeden siyasi anketler yayımlayan şirketeler, bunu da araştırıp yayımlasalar iyi olur. Bunlar, öyle gözüküyor ki, temel üretim alanlarında görev almayan, henüz eli ekmek tutmayan kesimler. Yüzleri boyalı bazı kadınların bile fotoğraflarda yer alması ise gayet doğal. Bu kadar tantana yapıldıktan sonra her sınıftan bazı insanların bir iş yapıyormuşçasına bu kalabalıklar içinde yer almasını garip karşılamamak gerekir.
Ben mi fazlaca uyumsuz biriyim yoksa bu kalabalıklar mı yoldan çıkmış? Ara sıra kendimden şüphe ediyorum. Gençliğe adım attığım yıllardan beri oldum olası futbol çılgınlığından nefret ettim. Arkadaşlarım, takımları, onlarda oynayanları ezbere sayarlar, Türkçeyi daha düzgün kullanamazken İngilizce futbol terimlerini bilirlerdi. O zamanlar, futbol yarışmaları radyodan yayımlanırdı. Okulun yayın yaptığı radyo alanında toplanan arkadaşlar, sunucu ile birlikte coşar, sonra yatakhanede birbirleriyle tartışırlardı. Ben bu topluluğa arkadaşlarım olduğu halde yabancılık duyardım. Beni heyecana sev edenler, okuduğum, şiir, roman, öykü, gezi, araştırma kitaplarından öğrendiklerim ve öğreneceklerimdi. Gezip görmek de çok öğretici idi. Dünyada öğrenilecek, yapılacak, yaşanacak ne kadar çok şey, görülecek ne kadar yer vardı! 80’ime geldim. Hâlâ öyle düşünüyorum. Bakmayın öyle top peşinde koşturanların alanlarda çok göründüğüne, emekçilerin de benim gibi bu alana ilgisiz olması doğru yolda olduğum konusundaki kanımı güçlendiriyor.
NE KADAR BOZKURTÇUMUZ VARMIŞ!
Oyunculardan birinin gol atınca sevincini kurt işreti yaparak göstermesi ise, iddiaların tersine sporla siyasetin ne kadar yakından ilgili olduklarını gösterdi. O sporcunun kuralları aykırı hareket ettiği açık. Kendisi kurt işaretinin sahibi siyasi çevrelerle ilgili olup olmadığını bilmiyoruz. Sorun o sporcunun eğilimi olmaktan çıkmış, toplumumuzda ırkçı bir siyasetin yükselmekte olduğunu kanıtlamaya vesile olmuştur. İçlerinde kurt sevgisi besleyen ne kadar da çok politikacı, gazeteci varmış! Gerçek Bozkurtçular, kendilerini bu yüzer gezer Bozkurtçulardan ayırmak için kendilerine başka bir işaret seçseler yeridir. Örneğin bir “KURŞUN kalem.”
Bozkurt Türklerin ortak işareti imiş. Atatürk de bir zamanlar bu işareti para ve pulda kullanmış. Öyleyse… Türklerin tarih boyunca başka işaretleri de oldu. İyi Parti bayrağındaki işaret bunlardandır. Nevruz, en eski Türk geleneklerindendir. Bunları temsil edilen işaretler kullanılsaydı hoş görülecek miydi? Atatürk’ün hayatının sonuna kadar bağlı olduğu CHP’nin ve devletin temel ilkelerini işaret eden fakat şimdi yalnızca CHP’nin bayrağında bulunan 6 Ok’u bir sporcu kullansaydı hoş mu görülecekti?
EMPERYALİZMLE MÜCADELE!
Spor karşılaşmaları, milletler ve halklar arasında dostluğu pekiştirmek için yapılmıyor muydu? Buna rağmen, bu karşılaşmalarda doğan gerginliği Türkiye tarafından emperyalizme karşı bir olay olarak göstermenin âlemi ne? Anladık, futbol sadece futbol değildir ama emperyalizme karşı mücadeleyi futbolla vermek hayali de hiç inandırıcı değil. Türk takımı, en son yenilerek ülkeye döndü. Emperyalizme karşı yenilmiş mi olduk. (Biz emperyalizme karşı zaten uzun yıllardan beri yenik durumdaydık. Dilimizi bile yenik düşürdük. İngilizce “futbol”a “ayak topu” bile diyemedik!)
BOŞ İŞLERLE UĞRAŞMAK
Bir futbolcunun sahada top çevirmesi, arkadaşına pas vermesi, kaleye top yollaması kuşkusuz eğitim ve beceri ister. Bunları kendi alanlarıyla ilgili olarak takdir etmekle birlikte, bir fıkrayı hatırlamamak da elde değil: Padişahın biri ilan etmiş ki, en iyi marifetlerini gösterenleri ödüllendirecek. İddia sahiplerini toplamış. Bunlardan biri, kırk iğneyi yan yana dizmiş ve bir ipliği fırlatarak kırkının deliğinden de geçirmiş! Padişah bu marifet sahibine 40 altın bağışlamış, fakat hapse de attırmış. Hem ödüllendirilmesi hem de cezalandırmasının nedenini sormuşlar. Padişah, onun bu marifetini beğenmekle birlikte yıllarını böyle BOŞ bir işe harcamasından ötürü cezalandırdığını söylemiş.
Hayatımda hiçbir futbol karşılaşmasını izlemeye gitmedim. Televizyondan hiçbir maç izlemedim. Aksine sunucuların heyecanlı anlatımları ve bazı insanların onlarla birlikte çılgınlaşması, zıplayıp durmaları hep garibime gitmiştir.
Neme lazım! Ben gene bildiğim yolda devam edeyim!
YORUMLAR