Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

2026 Bütçesi TBMM Genel Kurulu’nda… Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz: Önümüzdeki dönemde yapısal reformlarla programımızı daha da güçlendireceğiz

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “Geçen yılın ortalarında yüzde 75’leri aşan enflasyon bugün yüzde 31’e gelmiş durumda. Temel mallarda zaten yüzde 20’nin altına düştük ama hizmetlerde bir katılık var, o da kırılmaya başladı. Dolayısıyla bu programımızın meyvelerini daha fazla 2026’da alacağız. 2026 yılı, Türkiye Yüzyılı doğrultusunda yapısal dönüşümlerin yaşanacağı bir yıl olacaktır. Hazırladığımız çok kapsamlı bir reform programı var. Önümüzdeki dönemde yapısal reformlarla programımızı daha da güçlendireceğiz.” dedi. Yılmaz, “Hukuk yok, o yüzden yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmiyor” eleştirisine, “Bir önceki yıla göre gelen yatırımlar yüzde 46 artmış. Ülkemize haksızlık yapmayalım; ‘Yatırımcı gelmiyor, herkes kaçıyor.’ gibi bir havanın rakamsal bir karşılığı yok.” yanıtını verdi. Terörsüz Türkiye sürecinin ekonomik kalkınmaya büyük katkısı olacağının altını çizen Yılmaz, “Terörsüz Türkiye, tüm ülkenin kalkınmasını artıracak, yatırım ortamını iyileştirecek, çok daha güçlü bi

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, "Geçen yılın ortalarında yüzde 75’leri aşan

(ANKARA) – Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “Geçen yılın ortalarında yüzde 75’leri aşan enflasyon bugün yüzde 31’e gelmiş durumda. Temel mallarda zaten yüzde 20’nin altına düştük ama hizmetlerde bir katılık var, o da kırılmaya başladı. Dolayısıyla bu programımızın meyvelerini daha fazla 2026’da alacağız. 2026 yılı, Türkiye Yüzyılı doğrultusunda yapısal dönüşümlerin yaşanacağı bir yıl olacaktır. Hazırladığımız çok kapsamlı bir reform programı var. Önümüzdeki dönemde yapısal reformlarla programımızı daha da güçlendireceğiz.” dedi. Yılmaz, “Hukuk yok, o yüzden yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmiyor” eleştirisine, “Bir önceki yıla göre gelen yatırımlar yüzde 46 artmış. Ülkemize haksızlık yapmayalım; ‘Yatırımcı gelmiyor, herkes kaçıyor.’ gibi bir havanın rakamsal bir karşılığı yok.” yanıtını verdi. Terörsüz Türkiye sürecinin ekonomik kalkınmaya büyük katkısı olacağının altını çizen Yılmaz, “Terörsüz Türkiye, tüm ülkenin kalkınmasını artıracak, yatırım ortamını iyileştirecek, çok daha güçlü bir ekonomik yapı kurmamıza destek olacaktır.” dedi.

Yılmaz, 2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2024 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tekliflerinin tümü üzerine gün boyu dile getirilen görüş, öneri ve eleştirilere ilişkin TBMM Genel Kurulunda değerlendirmede bulundu. Yılmaz konuşmasında şunları söyledi:

“2026 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2024 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi kapsamında gün boyu yoğun ve verimli görüşmeler gerçekleştirildi, zaman zaman demokrasinin gereği hararetli tartışmalar da yaşandı elbette. Kıymetli görüş ve değerlendirmeleriyle katkı sağlayan tüm milletvekillerine gönülden teşekkür ediyorum. Ben de burada ifade edilen hususlarla ilgili bazı yorumlarda, değerlendirmelerde bulunacağım. Birincisi, Sayın Genel Başkan, diğer bazı arkadaşlarımız bütçenin anlamı üzerinde durdular. Bütçe gerçekten son derece önemli, bütçe hakkı önemli. Sadece rakamlardan ibaret değil bütçe tartışması. Bütçeler vesilesiyle aslında bir ülkenin bütün politikaları tartışılıyor, dünya değerlendiriliyor, Türkiye değerlendiriliyor. Dolayısıyla bu görüşmeleri çok kıymetli bulduğumuzu ve bunlardan yürütme olarak da mutlaka istifade etmeye çalışacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum.

“Bütçeler yürütmenin halka söz verdiği hususlarda icraat yapabilmelerinde temel araç niteliğindedir”

Ancak şunun da altını çizmek isterim: Bütçeler, elbette bütçe hakkı nihai olarak Meclisimizindir. Nitekim, nihai olarak burada Meclisimiz kabul edecektir veya reddedecektir veya değiştirecektir ancak bütçelerin özel bir durumunun olduğunu da görmemiz lazım. Bütçeler aynı zamanda yürütmenin halka söz verdiği hususlarda icraat yapabilmelerinde temel araç niteliğindedir. Meclisimiz elbette yasama alanında milli iradenin tecelligahıdır, yürütme alanında milli iradenin yansıması ise cumhurbaşkanlarıdır bizim mevcut sistemimizde, doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanlarıdır. Yeni sistemimizde de yürütmenin kanun teklif etme hakkı yok, biliyorsunuz ama bir tane istisna koymuş Anayasa’mız, o da bütçeyle ilgili, ‘Bütçesini Cumhurbaşkanımız Meclise teklif eder.’ demiş. Bunu herhalde rastgele yapmadı. Çünkü bütçeler yürütmenin halka verdiği sözlerin yerine getirilmesi açısından temel dokümanlardır. Aslında, bütün dünyada da bu böyle, bize özgü değil.

“Aslolan, hem makroekonomik hem de sektörel anlamda fikirler ortaya koymaktır”

Bazı arkadaşlarımız, özellikle muhalefetten arkadaşlarımız eleştirdiler, ‘Hiçbir şey değişmiyor. İşte, bütçelerde bizim istediğimiz gibi değişiklikler olmuyor.’ dediler. Bu, Türkiye’ye özgü bir durum değil. Bütün demokrasilerde yürütme organı eğer Mecliste belli bir çoğunluğu, grubu varsa bütçesini belli bir iç tutarlılıkla, belli bir çerçeve içinde hazırlar, zaman zaman belli değişiklikler olur ama çok köklü değişiklikler dünyanın hiçbir yerinde de olmaz. Bütçeler genel itibarıyla, rakamsal boyutu itibarıyla belli bir tutarlılık içinde meclislerde tartışılırlar. Aslolan bu
tartışmalarda politikaları tartışmaktır, ülkenin geleceğine ilişkin hem makroekonomik anlamda hem de sektörel anlamda fikirler ortaya koymaktır. Bunlar şüphesiz ülkenin geleceği adına kazanımlardır. Bu anlamda ‘Bütçe görüşmelerinde boş yere tartışıyoruz.’ gibi bir düşünceye kesinlikle katılmadığımı buradan ifade etmek isterim. Bu tartışmalar milletimizin de dikkatle takip ettiği tartışmalardır, kıymetli tartışmalardır. İşi sadece rakamsal değişikliklere indirgemeden bütçenin, bütçe hakkının öneminin altını bir kez daha çizmek istiyorum.

Diğer taraftan sanki ‘Bütçeler yıl içinde yürütme tarafından istenildiği gibi değiştiriliyor.’ gibi bir eleştiri yapıldı. Onunla ilgili de şunu söylemek isterim: Anayasa Mahkememizin son yıllarda kararları oldu, biliyorsunuz, geçmişte daha esneklikler vardı ama şu anda bütçe tavanını aşamıyorsunuz artık. Bütçe tavanını, harcama limitini aştığınız anda Meclis’e tekrar gelip Meclisimizin onayını almanız gerekiyor; yeni düzenlemeler bu şekilde. Sadece şu hakkı vermiş Anayasa, yasalarımız: Yıl içinde kurumlar arası aktarma hakkı var, ödeneği bir Bakanlıktan diğerine, bir faaliyetten diğerine aktarma hakkı var. Orayı da kısıtlamış, yüzde 10 gibi bir limitle; o yüzde 10’u aşamıyorsunuz.

“Her sistem gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de iyileştirmeye, geliştirmeye açık bir sistemdir”

Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmesi bu yaşadığımız konjektürde oldukça önemlidir. İyi ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmişiz. Küresel ve bölgesel fırtınalı bir dönemden çok dirayetli bir liderle geçiyoruz. İyi ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var, iyi ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var. İçinden geçtiğimiz süreç, risklerin yükseldiği, istikrarın eskisinden daha önemli hale geldiği, hızlı ve etkili icranın çok daha önemli bir noktaya geldiği bir dönem. Bunu biz pandemide gördük. Bunu depremde gördük. Bunu ekonomide gördük. Bunu jeopolitik gerilimlerde gördük. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, içinden geçtiğimiz süreçte Türkiye için son derece kıymetlidir. Tabii bu sistemin iyileştirilemeyeceği, geliştirilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Her sistem gibi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de iyileştirmeye, geliştirmeye açık bir sistemdir. Yapısında, tabiatında da bu var. Çünkü birçok hususu kanun olmadan da düzenleme hakkı getirmektedir. Niye böyle bir hak vermiş Anayasa? İdare daha hızlı hareket edip kendisini yeni koşullara uyarlasın diye. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin, yaşanan tecrübeler ışığında, birikimler ışığında geliştirilmesi, iyileştirilmesi her zaman mümkündür.

“Eğer gerçekten bu sistemi iyileştirmek istiyorsanız, geliştirmek istiyorsanız gelin, yeni anayasayı çalışalım”

Bu noktada da eleştiride bulunmak istiyorum. Bir taraftan bu sistemin iyileştirilmesini siz de talep ediyorsunuz ama bir taraftan da bu sistemi iyileştirecek anayasal çalışmalarda “biz yokuz” diyorsunuz. Ben bunu bir tutarsızlık olarak görüyorum. Eğer gerçekten bu sistemi iyileştirmek istiyorsanız, geliştirmek istiyorsanız gelin, yeni anayasayı çalışalım. Gelin hep birlikte bu ülkenin geleceğine dair çok daha güçlü bir çerçeve oluşturalım. Biz AK Parti olarak bu konuları çalışıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi zaten yeni tasarısını hazırladı. O da ayrı bir şey; ona da saygımız var, tabii farklı düşünebilirsiniz. Ama ben şunu söylüyorum: Bu sistemi iyileştirmek, geliştirmek için partilerin, grupların bir araya gelip ortak akılla, böyle önyargılarla, baştan sıkılmış yumruklarla değil; açık fikirlilikle, alternatifleri ortaya koyarak, her birinin artı eksi analizini yaparak tartışmamız lazım. Demokrasi dediğimiz bu; tartışmadan doğruyu bulamayız, konuşmadan doğruyu bulamayız. Dolayısıyla dışlayıcı yaklaşımların ben hiçbir şekilde ülkemize fayda getirmediğini vurgulamak istiyorum.

“‘Cumhurbaşkanlığı sistemi çok daha fazla para tüketiyor’ yaklaşımı rakamlarla teyit edilmeyen, doğru bir yaklaşım değil”

Cumhurbaşkanlığı bütçesi ve örtülü ödenek konusunda da bazı eleştiriler oldu. Gerçi Cumhurbaşkanlığının ayrıca bir bütçesi olacak, orada daha detayına girebiliriz. Bu noktada sadece özetle şunu söyleyebilirim: Cumhurbaşkanlığının bütçedeki payı binde 1,1 civarındadır. Geçmişte Cumhurbaşkanlığının yaptığı işlevi iki kurum yapıyordu: Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık. Onların bütçeden aldığı pay, aşağı yukarı bunun üç katı kadardır. Dolayısıyla “Cumhurbaşkanlığı sistemi geldi, Cumhurbaşkanlığı çok kaynak sarf ediyor” yaklaşımı da kesinlikle rakamlarla teyit edilen bir yaklaşım değil. Kaldı ki Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yarıya yakını, barışa hizmet anlamında yurt dışındaki askerlerimize gönderdiğimiz ödeneklerden, başka kurumlara transfer ettiğimiz ödeneklerden oluşuyor. Bir taraftan da dünyanın üçüncü kütüphanesi olan Millet Kütüphanemize yaptığımız harcamalar da bu bütçenin içinde yer alıyor. Dolayısıyla “çok masraflı bir sistem oluştu, Cumhurbaşkanlığı sistemi çok daha fazla para tüketiyor” yaklaşımı da rakamlarla teyit edilmeyen, doğru bir yaklaşım değil. Örtülü ödenekle ilgili de yine bir takım fikirler ortaya kondu. Orada da değerli arkadaşlar, limitler kanunlarla açıkça belirlenmiştir. Binde 10 gibi hatırlıyorum, yanılıyor olabilirim; o limitin çok çok altında bir oranda örtülü ödenek harcanıyor, hiçbir şekilde o limitler aşılmıyor. Türkiye’de, dediğim gibi, bir hukuk devleti, kuralların olduğu bir devletiz ve bu kuralların içinde harcamalarımızı gerçekleştiriyoruz.

“Millet bir ittifaka 24. bütçesini kullanma hakkını yaşatıyorsa bunu rastgele yapmaz”

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 23 yıldır iktidardayız, 24. bütçemizi hazırladık. Bu herkese nasip olmaz, gerçekten aziz milletimize yürekten teşekkür ediyoruz. Bu olmaz yani; bu millet bir hükümete, bir ittifaka 24. bütçesini kullanma hakkını, onurunu yaşatıyorsa bunu rastgele yapmaz, ferasetine bakar, yaptığına bakar ve çok şükür bu tabloyla karşı karşıyayız. Bunu niye yaptı millet, bunu bence herkesin bir sorgulaması lazım. Çünkü millet yapılanları görüyor, gelişmeleri görüyor, Türkiye’nin 23 yılda neleri başardığını, nereden nereye geldiğini çok iyi ölçüyor. İçinden geçtiğimiz süreçte yaşanan sıkıntıları, sorunları da elbette görüyor, bunları kimin çözeceğini de görüyor. Dolayısıyla son 23 yılda çok büyük başarılara imza attık. Bir defa Türkiye’nin altyapısı muazzam oranda dönüştü; yollarla, demiryollarıyla, köprülerle, tünellerle, yeni hastanelerle, okullarla, üniversitelerle, kırsala götürülen hizmetlerle, şehirlerde yapılan toplu konutlarla, altyapılarla sayısız hizmet yapıldı. Dolayısıyla Türkiye’nin fiziki altyapısında muazzam bir değişim oldu, beşeri sermayesine büyük yatırımlar yapıldı.

“Türkiye, vesayetçi bir yapıdan normal bir demokrasiye geçiş yaptı”

Bunun da ötesinde bakın, bütün bu ekonomik, fiziki başarıların ötesinde Türkiye normal bir demokrasiye dönüş, vesayetçi bir yapıdan normal bir demokrasiye geçiş yaptı. Bunun kıymetini çok iyi bilmemiz lazım. Halkın seçtiği temsilciler Meclis’e geliyorlardı, birçok tartışmalar yapılıyordu ama halkın seçmediği, yürütmede ve yaşamda olmayan bir takım güçler “Biz biliriz, halkın temsilcileri bilmez.” diyorlardı, engeller koyuyorlardı, kısıtlar koyuyorlardı. Bunların örneklerini hepimiz hatırlıyoruz. Özgürlüklerde büyük sıkıntılar vardı; artık başörtüsü meselesinden ana dilin kullanımına, Alevi vatandaşlarımızın sorunlarına varıncaya kadar tartışılmayan, tabu hâlindeydi. Bunlar bugün tabu hâlinden çıkmış durumda. Bunlar da kendiliğinden olmadı; bir demokratikleşme süreci yaşandı Türkiye’de. Hem demokraside hem kalkınmada, kim ne derse desin, Türkiye çok daha önemli bir noktaya, ileri bir noktaya gelmiş durumda.

Bu, sorunlarımız olmadığı anlamına gelmiyor, tekrar ediyorum. Uzun yıllar kalkınma ile uğraşmış bir arkadaşınız olarak şunun altını çizerek söylemek istiyorum: Kalkınma demek, sorunların bittiği bir noktaya gelmek demek değil; daha elementer, daha basit sorunları çözüp daha karmaşık sorunlarla uğraşır hâle gelmek demek. İlerleme dediğimiz şey bu. Kıyamete kadar sorunlar olmaya devam edecek, sorunlarla uğraşmaya devam edeceğiz ama önemli olan sorunların niteliğidir; daha niteliksiz sorunlardan, daha temel sorunlardan daha karmaşık sorunlara geçiştir önemli olan. Ve Türkiye bunu başarmıştır. Rakamlarla, ekonomi rakamlarıyla daha somut görüyoruz bunu. Son 23 yılda dünya ekonomisi yıllık ortalama yüzde 3,5 büyümüş. Dünyanın büyümesi yüzde 3,5, bu 23 yılda Türkiye 5,4 büyümüş. Dünya ortalamasından her yıl her yıl 1,9 puan daha fazla büyümüşüz. Ben soruyorum şimdi: Bu başarı değilse nedir? Bu nasıl değişen performanstır? Bunu Türkiye başarmış. 3.600 dolardan bugün 1.700 dolarları aşan kişi başına gelire ulaşmışız, 238 milyar dolardan 1,5 trilyon doları aşan bir büyüklüğe gelmişiz. Bu başarı değilse başarı nedir, ben sormak istiyorum. Gerçekten alt-orta gelir grubunda bir ülkeyken Türkiye, orta gelir grubuna çıkmış, burada kalıcı hâle gelmiş. Şimdi de yüksek gelire geçişin eşiğinde, bu yıl itibarıyla da bu eşiği aşacağız. Bu eşiği aşmak ne demek? Daha yüksek bir kalkınma, daha ileri bir demokrasi demek, kurumların gelişmesi demek, teknolojide daha yeni hamleler demek, adalet sistemi demek; bunların hepsini birlikte başaracağız.

“‘Biz kurucu partiyiz, devletin sahibiyiz.’ gibi bir imaj oluşturacak bir söylemin demokratik olmadığını düşünüyorum”

Bu noktada Genel Başkana da bir eleştiri yapmak isterim müsaadesiyle. Şimdi “Cumhuriyet Halk Partisi kurucu parti” diyorsunuz, tamam. Bakın, çok partili bir sistemdeyiz. Bu çok partili sistemde partiler arası hiyerarşi kurulamaz. Bütün partiler demokratik hayatın asli unsurlarıdır, hepsi kıymetlidir, hepsi de demokratik olarak aynı statüdedir. Çok partili hayattaki yapıyla tek partili dönemi mukayese etmenizi ben doğru bulmuyorum. Bugün “Biz kurucu partiyiz, devletin sahibiyiz.” gibi bir imaj oluşturacak bir söylemin demokratik olmadığını, partiler arası hiyerarşi oluşturduğunu, bunun da yanlış olduğunu; bütün partilerin bu demokratik düzenin asli unsurları olduğunun altını özellikle çizmek istiyorum. Eminim siz de bu anlamda söylememişsinizdir.

Değerli arkadaşlar, ekonomi politikalarıyla ilgili bir süreklilik olduğunu da ifade etmek isterim. Bizim şöyle bir anlayışımız var AK Parti olarak, Cumhur İttifakı olarak: İlkelerimiz değişmez, prensiplerimiz değişmez; ancak günün koşullarına göre politikalarımız elbette değişir. Burada eleştirilmesi gereken, değişim varken sizin politikalarınızı günün şartlarına uyarlamamanızdır; değişim değil, değişmemek eleştirilmelidir. Dolayısıyla biz ilkelerimiz, prensiplerimiz tabii ki sabittir ama politikalarımız günün şartlarına, dünyanın, ülkenin ihtiyaçlarına göre elbette değişecektir. Pandemi döneminde uyguladığınız ekonomik politikayla pandemi sonrası uyguladığınız politika aynı olabilir mi? “Bunları aynı şekilde devam ettirin.” diyebilir misiniz? Bu doğru olmaz. Pandemi döneminin gündemi neydi? Tezgâhı dağıtmamak, reel ekonomiyi sağlam tutmak, üretim kapasitenizi geliştirmek; tarımda, sanayide… Ve Türkiye bunu başardı. Az önce rakamsal olarak da söyledim: Dünya, pandemi öncesine göre 101 birimken 115’e çıktı kapasite olarak, üretim kapasitesi olarak. Türkiye ise 100 birimden 130 birime yükseldi.

“Programımızın meyvelerini 2026’da daha fazla alacağız”

Pandemi sonrası dönemde ise bu artırdığımız kapasiteyi korumak, geliştirmek ve finansal piyasalarda istikrarı sağlamak öncelikli hâle geldi, enflasyon öncelikli hâle geldi. Dolayısıyla biz farklı dönemlerde o dönemin ihtiyacına göre politika yapıyoruz. Ama 23 yılımızın hepsi bizimdir, hepsine sahip çıkıyoruz ve hepsini bir çizgi üzerinde, belli prensipler üzerinde ortak bir yaklaşımın sonucu olarak görüyoruz. Ancak dönemsel değişim yapmaktan çekinmiyoruz. Dolayısıyla o gün kapasiteyi korumak, geliştirmek önemliydi; bugün finansal istikrarı sağlamak, enflasyonu düşürmek birinci önceliğimiz. Ve bunu yaparken de büyümemizi de koruyoruz. Bakın, bu iddialı bir şey, kolay bir iş değil, kolay bir iş değil. Hem enflasyonu düşürüp hem büyümeyi sürdürmek, hem istihdamı korumak… Yoksa sadece “Enflasyonu düşürelim.” desek belki bunu bir yılda da yaparız ama her tarafı kırıp dökeriz o zaman. Dolayısıyla enflasyonu düşürürken diğer sosyal dengelerimizi de korumak, gözetmek durumundayız ve bunu aşamalı bir şekilde başarıyoruz. Geçen yılın ortalarında yüzde 75’leri aşan enflasyon bugün yüzde 31’e gelmiş durumda. Gelecek yıl sonunda yüzde 20’nin altı diyoruz, sonra da tek haneliler. Temel mallarda zaten yüzde 20’nin altına düştük ama hizmetlerde bir katılık var, o da kırılmaya başladı. Dolayısıyla bu programımızın meyvelerini daha fazla 2026’da alacağız.

Bazı sektörlerimizin buradan etkilendiğini, sıkıntılar yaşadığını da elbette görüyoruz. Reel sektörde her ortamda bir araya geliyor, istişare ediyoruz. Daha geçen gün TOBB’daydım; gün boyunca, gece geç saatlere kadar reel sektör temsilcileriyle konuştum, onları dinledik yardımcılarımız, bürokratlarımızla birlikte. Özellikle emek yoğun sektörlerin yaşadıkları sorunların elbette farkındayız, buna dönük bazı programlar da geliştirmiş durumdayız, bunları güçlendirerek devam ettireceğiz. Burada da gördüğümüz iki temel çıkış var. Bir tanesi makro politikadır: Enflasyonu düşürme, düşen enflasyonla birlikte finansal maliyetleri de aşağıya çekme. Bunu yaşayacağız, yaşamaya başladık, bu döngüye girdik, bunun devamı gelecek. Dolayısıyla makro düzeyde enflasyonun düşüşüyle birlikte finans maliyetlerinin aşağıya doğru gittiğini hep birlikte göreceğiz.

Ama bununla yetinmiyoruz, bir taraftan seçici finansal enstrümanlar geliştirdik. Yani genel programımızı bozmayacak şekilde belli gruplara, daha sıkıntı yaşayan kesimlere dönük seçici finansal enstrümanları da devreye alıyoruz. Nitekim YİTAK diye bir mekanizma var; 500 milyar ayırdık, iki yılı ödemesiz, on yıl vadeli, düşük faizli kredilerle yüksek teknolojili yatırımları, cari açığımızı düşürecek, yapısal olarak iyileştirme sağlayacak alanları destekliyoruz. İmalatçı, ihracatçılarımıza çok daha uygun faizlerle kredi veriyoruz; yüzde 25’in altına geldi o faiz, genel faiz oranıyla hareket etmiyoruz orada. Yine esnafımıza faizin yüzde 50’sini devlet olarak biz ödüyoruz, çiftçimizin faizin yüzde 70’ini devlet olarak sürdürüyoruz. Dolayısıyla değerli arkadaşlar, bu programın başarısı da ortada. Büyümemiz devam ediyor, dünya ortalamasının hâlâ üstündeyiz. İstihdamımız, işsizlik rakamımız ortada; 30 aydır tek haneli. Cari açığımız son derece olumlu bir noktada; yüzde 1,4 diyoruz, muhtemelen onun da altında gelebilir. Dolayısıyla dış finansmana ihtiyacımız azalmış durumda.

Sabahki konuşmamda bahsettim, birçok finansal göstergemiz ister rezervlere bakın, ister CDS’e bakın, ister Hazine’nin borçlanma faizlerine bakın birçok finansal göstergede bugün çok daha iyi bir noktadayız. Bütün bunları yeterli görüyor muyuz? Elbette görmüyoruz, istikamet var ama daha iyiye doğru gidiyoruz. Programımızın ana çerçevesinin doğru olduğunu görüyoruz, istikametimizin doğru olduğunu görüyoruz. Kontrol edemediğimiz içsel, dışsal faktörler programı olumlu veya olumsuz etkileyebilir, bütün programlar için bu geçer. Fakat burada da şunun altını çizmek isterim: Asıl olan programdır. Programınız doğruysa, istikametiniz doğruysa dışsal faktörler geçici etkiler yaparlar; bir süre sonra tekrar normal rayına girer programınız. Biz de kararlı bir şekilde programımızı uyguluyoruz ve bugün geldiğimiz noktada programın çalıştığını, sonuçlar ürettiğini, 2026’da bu sonuçların çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkacağını çok rahatlıkla ifade edebilirim. Bazen bir hedefe ulaşmanız bir ay iki ay gecikebilir, bazısına biraz daha erken ulaşabilirsiniz. Ama istikametimiz doğru yöndedir; programımız çalışmaktadır, sonuç üretmektedir, bunları çok daha belirgin bir şekilde önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz.

“Önümüzdeki dönemde yapısal reformlarla programımızı daha da güçlendireceğiz”

Dünyada gelecek yıl bizim için daha elverişli şartlar oluşturuyor. 2026 önemli bir yıl. Bir taraftan ticaret ortaklarımızda daha iyi bir perspektif yani geçmişin üstünde değil ama bugün yaşadığımıza göre daha olumlu bir perspektif bekliyoruz. Petrol başta olmak üzere emtia fiyatları ılımlı gidiyor. Finansal piyasalarda normalleşme ve dünyadaki faiz oranlarının düşüşü, gelişmekte olan ülkelere fon akımını destekleyici mahiyette olacak. Yine ümit ediyoruz ki bölgemizde de çatışmalar daha da azalacak; özellikle Ukrayna–Rusya meselesi, Orta Doğu’daki bir takım çatışmalar… Bunların azalması da ekonomik anlamda daha güçlü bir perspektif sunacak Türkiye’ye. Yasal koşulların iyileşmesi, yine yapısal hükümler… Sayın Cumhurbaşkanımız çok açık ifade etti: 2026 yılı, Türkiye Yüzyılı doğrultusunda yapısal dönüşümlerin yaşanacağı bir yıl olacaktır. Birçok alanda konuşmasında Efkan Bey çizdi partimizin de hazırladığı çok kapsamlı bir reform programı var; hükümetimizle birlikte hazırladığımız çok önemli hazırlıklarımız söz konusu. Önümüzdeki dönemde yapısal reformlarla programımızı daha da güçlendireceğiz.

Çok saygıdeğer DSP Genel Başkanı “Sadece para politikalarıyla bu iş olmaz.” dedi; haklı olarak, elbette katılıyoruz. Para politikaları önemli ama yeterli değil. Para politikalarını maliye politikalarıyla ve yapısal reformlarla bütünleştirerek, bütüncül bir politika ile sorunları çözebilirsiniz. Bizim anlayışımız da budur. Orta Vadeli Programımızı bir açıp okursanız bunu çok net bir şekilde görürsünüz. Biz sadece para politikalarıyla gitmiyoruz. Elbette para politikaları çok önemli, doğru para politikalarıyla hareket ediyoruz ama bunu maliye politikaları ve yapısal reformlarla da bütünleştiriyoruz. Yapısal reformlar iki bakımdan çok önemli: Bir, somut sonuçları itibarıyla çok önemli; iki, beklentiler kanalıyla yaptıkları etki çok önemli. Yapısal reform yapan, dönüşüm yapan ülkelere güven artıyor. Çünkü “Bu ülkenin geleceği var.” deniyor. Belki bugün attığınız bir adım üç yıl sonra, beş yıl sonra sonuç üretecek ama piyasalar, ekonomi içindeki çeşitli aktörler bu geleceği gördükleri zaman şimdiden hani buna “beklenti kanalıyla etki” diyoruz bu etkileri de görmeye devam edeceğiz diye ifade etmek istiyorum.

Dikkat ederseniz gelir getirici pek öneri yok muhalefetten. Birkaç şey söyledi Genel Başkan; onu da ihmal etmeyelim ama taş çatlasa ben sordum arkadaşlara “Bu gelirler ne kadar olur bahsettiği?” diye; dört–beş milyar dediler, 5 milyar TL bahsedilen öneriler. “Peki, şeyler ne kadar maliyet getirir?” diye sordum; bu gider artırıcı öneriler, bir kaba hesaba göre belki ince hesaplamamız lazım 12 trilyon dediler şimdi. Değerli Genel Başkan, değerli arkadaşlar; ben şuna yürekten inanıyorum: İktidar da olsak muhalefet de olsak ortaya koyduğumuz önerilerin etki analizini yapmamız lazım. Ne kadar getiri sağlayacak, bunu nereden finanse edeceğiz, nasıl başaracağız? Bir yerde harcama yapmak kolay; birçok harcama vaadinde bulunabilirsiniz ama nereden finanse edeceksiniz? “Borçlanarak finanse ederim.” diyebilirsiniz, o zaman işte açığınız artar; açığı finanse etmek için daha fazla faiz ödemek zorunda kalırsınız, bugün eleştirdiğiniz bütün hususları çarpan etkisiyle milletimizin karşısına getirirsiniz. “Falanca yerden aktaracağız.” diyebilirsiniz; o aktardığınız yerleri de göstermeniz, miktar olarak da ortaya koymanız gerekir. Nereden keseceğinizi, ne yapacağınızı bilmek zorundasınız. Bazı ülkelerde muhalefet bunu yaptığında, kamu kurumlarından da istiyor: “Ben böyle bir öneri yapmak istiyorum, bunun etki alanı ne olacak, bunun maliyet etkileri, ekonomik etkileri ne olacak?” diyor. Dolayısıyla bu tabii takdir sizin; ben sadece teknik olarak bir analiz yapıyorum. Bunu beğenirsiniz, beğenmezsiniz ama ben iktidarıyla muhalefetiyle etki analizi yapılması gerektiğini buradan ifade etmek istiyorum.

“Altınla satın alma gücü hesabı, teknik olarak hiçbir tutarlılığı olmayan bir hesap”

Çok duydum ben, televizyonlardan da görüyorum. Az önce konuşmasında da ifade etti, DSP Genel Başkanı da ifade etti. Değerli arkadaşlar; altınla satın alma gücü hesabı, teknik olarak hiçbir tutarlılığı olmayan bir hesap. Niçin? Onu izah edeceğim şimdi. Bakın, son yıllarda dolar bazında altın fiyatlarında muazzam bir artış oldu, tüm dünyada. Altının fiyatı arttı; yatırımcı psikolojisi bunu etkiledi vesaire ama muazzam bir artış var. Bununla bakarsanız yani eğer satın alma gücünü altın cinsinden ölçerseniz sadece Türkiye değil ki; Amerika’nın da düştü, Avrupa’nın da düştü, Afrika’nın da düştü, Asya’nın da düştü. Böyle bir hesap olmaz. Bakın, altın cinsinden ben sordum arkadaşlara Amerika Birleşik Devletleri’ndeki asgari ücret ne kadar düşmüş altın cinsinden? Yüzde 86,6 düşmüş. Amerika’daki asgari ücret altın cinsinden bakarsanız yüzde 86,6 düşmüş, Fransa’da yüzde 82,6 düşmüş, Yunanistan’da yüzde 80,3 düşmüş, Belçika’da yüzde 79,7 düşmüş, İspanya’da yüzde 70 düşmüş, Macaristan ve Türkiye’de de yüzde 60 düşmüş. Yüzde 60… Bu hesabı arkadaşlarımız size iletebilirler.

Değerli arkadaşlar, şunu söylüyorum: Bakın, altın yediğiniz, giydiğiniz bir şey değil; bir meta. Dolayısıyla bununla satın alma gücü hesabı olmaz. Satın alma gücünü neyle hesaplarsınız? İşte pirinçle, simitle, ekmekle, mazotla, giyeceklerle, ödediği kirayla; bunlarla ölçersiniz. Altınla bir ölçüm olmaz. Siyaseten bunu kullanabilirsiniz, ben ona bir şey demiyorum ama teknik olarak bu doğru bir hesap değil. Altın hesabı ile bakarsanız tüm dünyanın geliri aşağıda, tüm dünyada satın alma gücü düşmüş olur. Nereye uygularsanız uygulayın, sonuç değişmez. Ama siyaseten bu işinize gelir, bunu kullanırsınız; o, benim yorumlayacağım bir şey değil.

“Belediyeler önce asli hizmetlerini yapsın, sonra bu ekstra hizmetleri kaynakları kalırsa bunları da yapsınlar”

Değerli arkadaşlar, reel olarak baktığımızda, enflasyondan arındırılmış olarak baktığımızda 2025 yılının ikinci yarısında, 2002 yılının ikinci yarısıyla kıyasla asgari ücret reel olarak yüzde 207 oranında artış sağlamış. Aynı dönemde bu artış İspanya’da yüzde 196, Portekiz’de yüzde 162… Detaylarına girmek istemiyorum bunların ama isterseniz sizlerle paylaşabiliriz. Diğer taraftan yine Sayın Genel Başkan bazı sözler, vaatlerde bulundu; işte yurt yapımından konutlara, okullardaki hizmetlere varıncaya kadar “Belediyelerimiz bunları yapacak, biz iktidara gelirsek biz de kamu kurumlarıyla yapacağız.” dedi, yanlış anlamadıysam. Şimdi değerli arkadaşlar, belediyeler için AK Partili veya CHP’li veya MHP’li, başka hangi partiden olursa olsun genel bir yorumda bulunmak istiyorum: Belediyelerin öncelikle asli işlerini yapmaları lazım. Nedir işi? İnsanlara sağlıklı, temiz içme suyu ulaştırmak değil mi? Kaldırımlarının düzgün olması, çöplerinin olmaması, temizlik sağlanması, suyun arıtılması, trafik sorununun çözülmesi, şehir içinde ulaşım sorunlarının çözülmesi değil mi? Onları çözmemişken belediyeler tutup da “fantastik” diyebileceğimiz başka harcama kalemleri açmak bence doğru bir yaklaşım değil, doğru bir yaklaşım değil. Belediyeler önce asli hizmetlerini yapsın, sonra bu ekstra hizmetleri kaynakları kalırsa bunları da yapsınlar, bir itirazımız yok. Ama önce asli işlerini yapsınlar. Asli işlerini bırakıp bu tür işlere, harcamalara giriyorlarsa doğru yapmıyorlar.

“Belediyelerde bir reforma ihtiyaç olduğu çok açıktır”

Bakın, bunun rakamsal karşılığını da size söyleyeyim. Hani merkezi idareye eleştiriyoruz, tamam; ama belediyelerin durumunu da bir görelim. Nasıl göreceğiz belediyelerin durumunu? Toplam harcamaları içinde yatırım payı ne olmuş, ona bakalım. Belediyelerin toplam harcamaları 100 ise bunun kaçını yatırıma yapmışlar? 2018 yılında belediyelerin toplam harcamalarının içinde yatırımların payı yüzde 36’ymış. Peki bugün nereye gelmiş? 2024 yılı itibarıyla 24,3 olmuş. Değerli Genel Başkan, değerli arkadaşlar; yatırımlar gerilemiş, belediyeler yatırım güçlerini kaybetmişler, eskisi kadar yatırım yapmıyorlar. Toplam harcamaları içinde yatırımların payı düşüyor. 2025 yılında bu oranın yüzde 17’ye, 2026’da yüzde 19,5’e düşmesi bekleniyor. Dolayısıyla bu oranları hepimizin sorgulaması lazım ve Türkiye’nin bir yerel yönetim reformuna ihtiyacı olduğunu bu rakamlar hepimize gösteriyor.

Kaynakların verimli kullanımı açısından da, bir takım usulsüzlüklerin en sistematik olarak engellenmesi bakımından da belediyelerde bir reforma ihtiyaç olduğu çok açıktır. Bu konuda da AK Partili, MHP’li, CHP’li veya diğer partilerden belediyeler değil; tüm belediyeler için bizim bunu yapmamız lazım. Belediyeler “Merkezi idare bize destek olmadı, o yüzden yapamıyoruz.” diyorlar. Sabahki konuşmamda ne kadar kaynak gönderdiğimizi söyledim. Diğer taraftan müsaadenizle şunu da söyleyelim: 90’lı yıllarda bir belediye başkanı vardı İstanbul’da; başının üzerine yığılan birçok sorunu kendi imkânlarıyla kaynaklar yaratarak çözdü. O belediye başkanının adı Recep Tayyip Erdoğan’dı ve orada sağladığı güvenle iktidara, merkezi yönetime yürüdü. Dolayısıyla “Ankara’da başka bir iktidar var, o yüzden şunu yapamıyorum, bunu yapamıyorum.” bahane… Kusura bakmayın, iyi çalışan belediye başkanı, kaynakları iyi kullanan, israf etmeyen, öncelikleri iyi belirleyen bir belediye başkanı başarılı olur, kaynak da üretir, sorun da çözer. Hiç kimse bahanelerin arkasına sığınmasın.

“‘Yatırımcı gelmiyor, herkes kaçıyor.’ gibi bir havanın rakamsal bir karşılığı yok”

Değerli arkadaşlar, “Hukuk yok memlekette, her şey çok kötü, o yüzden yabancı yatırımcılar Türkiye’ye gelmiyor.” diye bir eleştiri yapıldı. Rakamlar böyle söylemiyor, kusura bakmayın. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları Eylül 2025 yılında yıllık 15,3 milyar dolar; bu finans yatırımı değil, doğrudan yatırım. 2025 yılının ilk 9 ayında 11,4 milyar dolar gelmiş. “Yabancı gelmiyor, yatırımcı gelmiyor.” dediğiniz yıl bir önceki yıla göre gelen yatırım yüzde 46 artmış. Daha ne kadar artsın dünyanın bu şartlarında? Dolayısıyla bu söylemler, sizin söylemenizi desteklemiyor. Ama tabii ki şuna katılıyorum: Hukuku, adalet sistemini, kurumlarımızı daha da geliştirelim, güçlendirelim; eksiklerimiz varsa tamamlayalım. Nitekim yargı strateji belgemiz var, adalet reformu çalışmalarımız var. Bunu elbette hepimiz arzu ederiz. Ama ülkemize de haksızlık yapmayalım; “Yatırımcı gelmiyor, herkes kaçıyor.” gibi bir havanın rakamsal bir karşılığı yok.

“Dolaylı vergilerin payını 2026 yılında yüzde 61,8’e indirmeyi hedefliyoruz”

Diğer taraftan vergi ile ilgili epeyce yorumlar, eleştiriler tuttu. Değerli arkadaşlar, vergi adaletini elbette güçlendirmek istiyoruz. Şimdi dolaylı vergi–doğrudan vergi dengesi… Bu önemli. Dolaylı vergiler AB ve OECD ortalamalarına yakın. Biz dolaylı vergilerde çok yüksek değiliz Avrupa Birliği ortalamalarıyla, OECD ortalamalarıyla; aşağı yukarı rakamlar vereceğim, rakamlar vereceğim. Asıl geride olduğumuz, doğrudan vergiler. Doğrudan vergilerde biz Avrupa Birliği, OECD oranlarına göre çok daha düşük oranda vergiler topluyoruz. Bunu da değiştirmek bizim de bir politikamız. Bunu Orta Vadeli Program’a da yazdık; doğrudan vergi payını artırmak istiyoruz. Bu anlamda çok sayıda adım attık. Kurumlar vergisi oranını 5 puan artırdık, yap-işlet-devret ve kamu-özel iş birliği projelerinde yüzde 10 artırdık kurumlar vergisini. Banka ve diğer finansal kuruluşların finansal faaliyet harçlarını yüzde 50 yükselttik. Çok uluslu şirketlerde minimum kurumlar vergisi “yüzde 15 olacak.” dedik, yerli şirketlerde “yüzde 10 olacak.” dedik. Şirketlerin taşınmaz satışlarında uygulanan yüzde 50 kazanç istisnasını kaldırdık, kâr paylarındaki gelir vergisi stopajını yüzde 15’e yükselttik. Daha çok sayıda eylem var.

Bütün bunlarla 2024 yılında yüzde 65,8 olan dolaylı vergilerin payını 2026 yılında yüzde 61,8’e indirmeyi hedefliyoruz. Daha da aşağıya elbette çekelim. Ama şunun da altını çizmek isterim: Bizim dolaylı vergilerimiz de sosyal adaleti gözetiyor. Düşük gelirli grupların daha fazla tükettiği ürünlerde KDV’yi, ÖTV’yi düşük tutuyoruz ve hiç almıyoruz; yüksek gelirli grupların tüketimlerinden daha fazla ÖTV ve KDV alıyoruz. Dolaylı vergilerimizde de sosyal adaleti gözeten bir yapı kuruyoruz. Buradan OECD’ye bakalım: Türkiye’nin toplam vergi yükü, yani dolaylı–dolaysız vergiler ve primler; millî gelire oranla yüzde 23,5. Bu oran OECD’de 33,9, AB ülkelerinde 39,9. “Herkesten vergi alıyorsunuz, çok vergi alıyorsunuz.” diye bir iddia var; bu rakamlar onu desteklemiyor. Bizim millî gelire oranla topladığımız tüm vergiler doğrudan, dolaylı, sosyal güvenlik primleri, hepsini dâhil ederek millî gelire oranla yüzde 23,5. OECD’de bu oran 33,9, Avrupa Birliği’nde 39. Bu oranları da görmemiz lazım.

“Kendisini sosyal demokrat parti olarak nitelendirenlerden çok daha güçlü sosyal politikalar uyguladık 23 yılda”

Değerli arkadaşlar, sosyal politikalar da çok önemli; ben hep altını çizerim, bugün de ifade etmek istiyorum. Kalkınma dediğimiz süreç ekonomiyi içerir ama ekonomiden daha geniş bir kavramdır. Kalkınmanın içinde sosyal gelişme de vardır, çevresel sürdürülebilirlik de vardır, yönetim ve demokrasi hususları da vardır. Bir bütünlük içinde, insan odaklı bir kalkınmayı özellikle bu bütünlük içinde görmek gerekir. Sosyal politikalarda iddia ile söylüyorum kendisini sosyal demokrat parti olarak nitelendiren birçok partiden çok daha güçlü sosyal politikalar uyguladık son 23 yılda. Bu elde ettiğimiz zaferlerde de ben bunun çok önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Burada da üç düzey var: Birincisi, makro düzey. Enflasyonu düşüreceksiniz, istihdamı artıracaksınız ki refah topluma yayılsın; yoksa şimdi “Pastayı ben aldım, sen aldın.” kavgası olur. Ekmeği büyüteceksiniz bir defa; bu ekonomik politika, makro politika. İkinci düzey, sektörel politika: KOBİ politikalarından, kırsal ve bölgesel kalkınmaya, kadınlara, gençlere dönük özel programlara varıncaya kadar sektörel programlarla da sosyal adaleti sağlamanız lazım. Bu iki düzeyden sonra da sosyal yardım ve destekler gelir. Onlar da makro politika ve sektörel politika dışında kalan, diğer insanlarımıza ulaşmak; bu iki düzeyde çözemediğimiz meseleleri çözmek için kullandığımız araçlardır ve bunu da büyük oranda artırdık.

“Milli gelirde emeğin payı yükseliyor”

Son dönemde ne tür gelişmeler oluyor, bunu da ifade edeyim: 2002 yılında emeğin millî gelirdeki payı düşmüştü; gerçekten pandemi ve başka etkilerle emeğin millî gelirdeki payı yüzde 23,4 olmuş. Tüm dünyada bu yaşandı, bu sadece Türkiye’ye özgü değil. İlk defa Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma göstergeleri geriledi; bırakın ilerlemeyi, “sürdürülebilir kalkınma göstergeleri” geriledi ve dünyayı etkiledi. Bu süreç bizde de emeğin millî gelirdeki payı düştü; ancak 2024 yılında bunu toparladık, biz 32,9’a yükselttik. Tarihimizdeki en yüksek nokta bu. Bu arada hem millî gelirin hem millî gelirdeki emeğin payı… 2025 yılının ilk 9 ayında bu oran 34,1’e yükseldi. Bunu da hepimizin görmesi lazım. Bunun sosyal adalet göstergelerine yansıması biraz gecikmeli oluyor, onu da Gini katsayısı vesaire, onlar çıktığında bunun etkilerini göreceğiz. Bu bir öncü gösterge: Milli gelirde emeğin payı yükseliyor. Farklı algılar oluşturulmaya çalışılabilir ama hesap yine ortada, bunu hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.

“GETAP sistemini 2027 yılında tüm ülkeye yaymayı planlıyoruz”

Diğer taraftan çok ciddi bir çalışma yapıyoruz, uzun zamandır çalışıyoruz. Seçim beyannamemizde de vaat etmiştik: Gelir Tamamlayıcı Aile Destek Modeli. Bu modelle bütün sosyal yardım destek sistemimizi entegre ediyoruz. Bunu nüfus politikalarımızla, metropol şehirlere uyarlayarak, emeklilerimiz gibi bazı kesimleri gözeterek, daha farklı içerikleri de dikkate alarak geliştirmiş durumdayız. GETAP diyoruz, Gelir Tamamlayıcı Aile Destek Sistemi. Bu sistemin pilot uygulamasını önümüzdeki yıl birkaç ilimizde başlatacağız; 2027 yılında ise tüm ülkeye yaymayı planlıyoruz. Bu yeni destek modelimiz özü itibarıyla, bir eşik değer gelirin altında kalan aileleri destekleyici bir model olacak ama istihdam piyasalarından caydırıcı nitelikte de olmayacak. Bu genel kavramsal çerçeve içinde yeni bir sistemi de ülkemize kazandıracağız, sosyal yardım alanında yapısal bir reformu da hayata geçirmiş olacağız.

“500 bin konutu da hiç merak etmeyin zamanında yapacağız”

Diğer taraftan arz yönlü politikalarımız, sosyal konut… Bu konularda da yine ciddi bir gayret içinde olacağız. Sosyal konut, çok önemli gördüğümüz bir alan. Burada bazı arkadaşlarımız sosyal konutla ilgili eleştirilerde bulundular, “Yeterince yapılmıyor.” dediler. Hiç de öyle değil. Depremin etkisiyle, deprem bölgesini inşa ederken ister istemez diğer bölgelerdeki inşaat faaliyetleri bir miktar olumsuz etkilenmiş olabilir ama toplam resme bakarsanız görürsünüz: Bugüne kadar 50, 100 bin ve 250 bin konut kampanyası açıkladık ve bu konutları vatandaşlarımıza süresinde teslim ettik. Ayrıca 6 Şubat depreminden sonra yıl sonu itibarıyla 450 bin konutu hak sahiplerine teslim edeceğiz. Ben hatırlıyorum, burada arkadaşlarımız, muhalefetten bazı temsilciler “10 yılda toparlayamazsınız.” demişlerdi, “10 yılda toparlayamazsınız.” Ne kadar süre geçti? İki, bilemediniz 2,5 yıl. Bunu alkışlamanız gerekmez mi, bunu takdir etmeniz gerekmez mi? 10 yıl demiştiniz, 10 yılda yapılamaz demiştiniz. Gerçekten belki sizin perspektifinizden öyledir durum ama biz bunu başardık. Bu her ülkenin harcı değil, gerçekten değil. En gelişmiş dediğimiz ülkelerin bile altından zor kalkacağı büyük bir iş ve bunu başardık. İşte Osmaniye’li, arkadaşlarımız Adıyamanlı, Maraşlı, Hataylı, Malatyalı, Elazığlı, Diyarbakırlı, Urfalı; bütün arkadaşlarımız buna sahada şahitler ve bunu başardık. Sosyal konutu da, 500 bin konutu da hiç merak etmeyin; bunu da geçmişte nasıl yaptıysak, yaparsa AK Parti yapar, yaparsa Cumhur İttifakı yapar.

“Belediyeler şehirlerdeki su şebekelerini yenilesinler, kayıp-kaçağı azaltsınlar”

Diğer yandan bu su meselesi ile ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum, biraz da uyarıcı mahiyette. İklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden birisiyiz, Akdeniz havzasındayız. Dolayısıyla gerçekçi bir şekilde geleceği görmemiz lazım. Su meselesi, önümüzdeki dönem nüfus gibi beka meselelerimizden biridir. Dolayısıyla bu alanda da Cumhurbaşkanımızın talimatıyla bir komisyon oluşturmuş durumdayız; başkanlığını ben yapıyorum, ilgili bütün bakanlarımız var ve ciddi bir hazırlık sürecindeyiz. Strateji ve Bütçe Başkanlığımız bu konuda kapsamlı bir eylem planı hazırlıyor, bunu tartışıyoruz. Burada da bazı bölgelerimizde kapalı sistemli, açık kanaletleri kapalıya dönüştürmek, arıtılmış suyu kullanmak, bitki desenini daha az su kullanan bitkilerle oluşturmak, tarımsal destekleme sistemimizi tamamen buna uyarlamak, denizden tatlı su elde etmek gibi birçok alternatifi değerlendiriyoruz. Ama bir husus da şu: Şehirlerimizde maalesef kayıp-kaçak çok yüksek. Şehir şebekelerini… Herkes diyor ki “DSİ suyu getirsin.” İyi de, şehrin bir de kayıp-kaçak oranı ne, bunu sorgulamak lazım önce. DSİ suyu getiriyor, şehirde kaybolup gidiyor şebekede. İşte böyle fantezi projelerden ziyade gelin, belediyelere hep birlikte bu çağrıyı yapalım: Şehirlerdeki su şebekelerini yenilesinler, kayıp-kaçağı azaltsınlar, bunu yapsınlar. Değerli arkadaşlar, su meselesi üzerinde sizlerin de ortaya koyabileceği her türlü fikre, farklı açılardan politikalara açık olduğumuzu, sizlerden de bu konuda fikirler beklediğimizi ifade etmek isterim. Özellikle tarıma ilişkin, çünkü suyun yaklaşık yüzde sekseni tarımda kullanılır. Dolayısıyla tarımda su meselesini halletmeden genel olarak su sorununu çözemeyiz.

“İşsizlik Sigortası Fonu’nda amaç dışı bir kullanım söz konusu değil”

Diğer yandan “İşsizlik Sigortası Fonu amacı dışı kullanılmaktadır.” gibi bazı ifadeler oldu. Fondan yapılan harcamaların yüzde 61’i doğrudan iş gücüne yönelik harcamalara, yüzde 35,8’i istihdamı korumaya ve artırmaya, kalan yüzde 3 civarında bir miktar da kurumsal faaliyetler ve harcamalar için kullanılıyor. İşsizlik sigortasını iki amaçla kurduk, bunu unutmayalım; sadece işsizlere para vermek için değil, istihdamı korumak ve geliştirmek için de kurduk. Kanununda bu yazar, açın kanunu bakın. İşsizlik Sigortası Fonunun tek amacı “millet işsiz kalsın da para vereyim” değil; öncelikle işsiz kalmasın, bunu engelleyeyim, daha fazla istihdam oluşturayım. Bu da bu fonun temel amaçları arasında. Dolayısıyla amaç dışı bir kullanım söz konusu değil.

“Dünyanın en yüksek örgün öğrenci başına yurt kapasitesi olan ülkelerinden biriyiz”

Değerli arkadaşlar, yine yurtlarla ilgili yorumlar yapıldı muhalefet tarafından. “Sadece yüzde 20’sini kapsıyor, 1 milyonu geçmiş yurt kapasitemiz ama yetersiz, yüzde 100 olmalı.” gibi ifadeler oldu. Bir defa yüzde 100 olması mantıksal olarak olmaz. Bazı insanlar kendi yaşadıkları şehirde üniversitelere giderler; yani eviniz Ankara’dadır, ODTÜ’yü kazanmışsınızdır, biz kendi eviniz varken, kendi çevreniz varken, yani kendi ilinde okuyan insanlar varken herkese yurt tahsis edemezsiniz. Diğer taraftan yurdu tercih etmeyen, şu veya bu sebeple ev tutan, ev kiralayan veya başka bir şekilde sorununu çözen insanlar var. Dünyanın en yüksek örgün öğrenci başına yurt kapasitesi olan ülkelerinden biriyiz, bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu oran hiç küçük bir oran değil. Burada esas kriter şudur: Başvuranların yüzde kaçını kabul ediyorsunuz? Bakın, bazı programların çok düşük bir oranını alabilirken biz başvuranların yaklaşık yüzde 96’sını yurtlara yerleştiriyoruz. Bu başarı değil diyorsanız, neyi başarı ölçütü alacağız bilemiyorum. Başvuranların yüzde 96’sını yurtlarımıza yerleştirmişiz, inşallah yüzde 100’e de çıkar, ne diyelim. Ama dünyada bu işi en iyi yapan ülkelerden biri olduğumuzu ve bunun da dediğiniz birçok sosyal mahzuru ortadan kaldırdığını da ifade etmek isterim.

“Fırsat eşitliğini en fazla artıran hükümet AK Parti ve Cumhur İttifakı’dır”

Çünkü şuna inanıyorum değerli arkadaşlar, ben kendi hayatımdan da biliyorum. Bingöl’de doğmuş, ODTÜ’de okumuş, siyasette belli tecrübeler edinmiş ve bugün bu makamda olan bir insan olarak fırsat eşitliğinin, eğitimin ne kadar önemli olduğunu kendi hayatımdan biliyorum. Ben de beş yıl ODTÜ yurtlarında bir ranzada kaldım, altı kişilik bir odada yaşadım beş yıl boyunca ve oralardan geldim. Dolayısıyla cumhuriyet tartışması çok yapıyoruz ama bence cumhuriyetin özü, bütün toplumu kucaklayan projelerdir; dediğiniz gibi “kimsesizlerin kimsesi” olmaktır. İdeolojik tartışmalar yapmak yerine biz gelin tüm 86 milyonu kucaklayalım. Nerede doğmuş olursa olsun, hangi sosyoekonomik background’dan, aileden geliyor olursa olsun, hangi görüşten, siyasetten, etnik gruptan, mezhepten olursa olsun bütün çocuklarımızın fırsat eşitliğine ihtiyacı vardır. Bunu sunmak da devletin asli görevidir. O fırsatları kimi değerlendirir, kimi değerlendirmez; o artık bireysel çabaya kalmış bir şey, orada yapacak bir şey yok. Ama devlete düşen, cumhuriyete düşen, herkese bu fırsat eşitliğini sunmaktır. Yaptığımız yurtlarla, açtığımız okullarla, üniversitelerle, okul öncesinden yükseköğretime sağladığımız burslarla, kredi imkânlarıyla fırsat eşitliğini en fazla artıran hükümet AK Parti ve Cumhur İttifakı’dır.

“Bir kilogram kuşbaşı Fransa’da 16,5 avro, Türkiye’de ise 13,13 avro”

Yine et fiyatları ile ilgili bir rakam söylendi; 7 dolar, 21 dolar gibi bir mukayese yapıldı. Ben istedim arkadaşlardan, “Farklı ülkelerde nedir et fiyatı?” diye. Fransa’da 16,5 avro kilogram, bu ortalama kuşbaşı et fiyatı; Almanya’da 15,98 avro kilogram, Polonya’da 15,91 avro kilogram, Türkiye’de ise 13,13 avro kilogram. Bana gelen rakamlar bunlar. Dolayısıyla sizin verdiğiniz rakamlarla uzaktan yakından alakası yok değerli arkadaşlar.

“Şap Enstitümüz ithal şap kullanmamıştır, tüm aşılar yerli üretimle karşılanmıştır”

Yine tarımda Şap Enstitümüz ciddi bir çalışma yürütüyor, bunların detaylarını sizinle paylaşabiliriz. Şap Enstitümüz ithal şap kullanmamıştır, tüm aşılar yerli üretimle karşılanmıştır. Şap Enstitüsü tarafından uluslararası standartlara uygun şekilde üretilen bu aşıların, aşı kaynaklı herhangi bir rahatsızlık oluşturduğu iddiası da hiçbir bilimsel temele dayanmamaktadır.

“Hastanelerimizde 79 branşın 72’sinde aynı gün randevu alınabilmektedir”

Hastanelerdeki randevu sistemi ile ilgili yine eleştiriler oldu. Randevu bekleyen her 4 hastamızdan biri, belirli bir hekim veya sağlık tesisine yönelik kendi özel tercihi nedeniyle beklemeyi bilhassa kendisi seçmektedir; yani sistemin atadığı hastaneyi veya hekimi beğenmediği için beklemeyi tercih etmektedir. Vatandaşlarımıza alternatif hekim ve hastane seçeneklerini sunarak erişimi kolaylaştırmaya devam ediyoruz. 79 branşın 72’sinde aynı gün randevu alınabilmektedir, diğerlerinde de iyileştirme çalışmalarımız var. Bir dönem gerçekten bu bir sorun olmuştu, 4 milyona kadar çıktı; son dönemlerde bunu yüzde 90 oranında azaltmayı başardık.

“Biz sadece ve sadece milletten meşruiyetimizi almış bir hükümetiz”

Bir iki konuya da değinip bitireceğim. Birincisi bu meşruiyet tartışmaları. Değerli arkadaşlar, biz sadece ve sadece milletten meşruiyetimizi almış bir hükümetiz, almaya da devam ediyoruz. Bunun dışında söylenen hiçbir şey bizi bağlamaz, yok hükmündedir. Başka bir şey de, bu kadar yıl bu milletten destek almış bir hükümet olarak hiçbir şekilde kabul etmeyiz. Ancak bir taraftan da millî menfaatlerimiz temelinde Avrupa Birliği ile de, ABD’yle de, diğer ülkelerle de elbette otururuz, diplomasiyle millî menfaatlerimizi savunacak çalışmaları yaparız.

“Terörsüz Türkiye, çok daha güçlü bir ekonomik yapı kurmamıza destek olacaktır”

Değerli arkadaşlar, Terörsüz Türkiye artık bir devlet politikası haline gelmiştir. Birliğimizi ve kardeşliğimizi pekiştirecek bir süreçtir; kalıcı huzur ortamını sağlayacaktır; sadece ülkemizde değil, bölgemizde de bunu sağlayacaktır. Emperyalist bir takım oyunları, tuzakları boşa çıkaracaktır ve bu projeyi hassasiyetle takip ediyoruz. Diğer taraftan aynı şekilde Terörsüz Türkiye, kalkınma sürecimizi Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere, ama tüm ülkenin kalkınmasını artıracak, yatırım ortamını iyileştirecek, çok daha güçlü bir ekonomik yapı kurmamıza destek olacaktır. Aynı süreç, yine sivil siyasetin alanını genişletecek, demokrasinin standartlarının yükselmesi için çok daha elverişli bir ortamı oluşturacaktır. Bu çerçevede Sayın Başkan’ın şahsında, burada yapılan komisyon çalışmalarına da orada bir grubumuz hariç olmak üzere tüm grupların ortak akılla yaptıkları çalışmaya da müteşekkir olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.

Bu ifadelerle 2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifimizin hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum, bereketli olmasını diliyorum. Bu sürecin başından sonuna kadar liderlik yapan Sayın Cumhurbaşkanımıza, AK Parti ve Cumhur İttifakı’na, tüm gruplara, milletvekillerine, komisyondaki katkılara, Genel Kurul’daki katkılara şimdiden teşekkür ediyorum. Meclis çalışanlarından stenograflara, tüm emeği geçenlere, sürece destek olanlara da şükranlarımı sunuyorum. Her birinizi bir kez daha saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.”